27 Aralık 2008 Cumartesi

NASİHATLER


Emanete ihanet etmeyin. Halinizden şikayet etmeyin.Büyüğünüze emretmeyin. Boş şeylerde ısrar etmeyin.Cahillerle sohbet etmeyin. Nefesinizi boşa tüketmeyin.İnsanları bekletmeyin. Etrafınızı kirletmeyin.Hayatınızı mahvetmeyin.
Kimseye minnet etmeyin.Kimseye küfretmeyin. Kötülüğe meyil etmeyin.Malınızı boşa sarf etmeyin. Sırrınızı açık etmeyin.Her şeyi merak etmeyin. Suçunuzu inkar etmeyinŞerefinizi kaybetmeyin.
İyiliğe niyet edin. Büyüklere hürmet edin.Sıkıntıya sabredin. Aza kanaat edin.Sözünüzde sebat edin. Bildiğinizle amel edin.Hatanızı kabul edin.Yaramaz ise def edin.Varken tasarruf edin.
Alimlerle sohbet edin.Nefsinizle inat edin. Sofranıza davet edin.Zararlıysa men edin. Seviyorsanız ifade edin.Kalpleri fethedin.
Misafire ikram edin.Muhtaca yardım edin. Bilseniz de istişare edin.Tehlikeye dikkat edin. Hakkı teslim edin.Unutacaksanız kaydedin. Esirgemeyin lütfedin.Gariplere merhamet edin. Kazanmaya gayret edin.
Çalışanı takdir edin. Başarıyı tebrik edin.Mazereti kabul edin. Her an tevekkül edin.Hastaları ziyaret edin. Çocuğunuzu terbiye edin.Herkese tebessüm edin. Güvenseniz de kontrol edin.İnanmayana ispat edin. Fakirleri gözetin.Hayır için sarf edin.ve lütfen BANA DA DUA EDİN....

4 Kasım 2008 Salı

GÜZEL SÖZLER


- Sevgi, ne kadar çok kişiye bölersek bölelim, azalmayan tek şeydir.

- Bir zorluğun üstesinden gelmenin sadece bir yolu vardır: onun üzerine gitmek.

- Keskin balta kemik kırar. Keskin kelime kalbi.

-Gülümseme Allah'ın nurunun yansımasıdır.

- Herkesin bir güzelliği vardır. Ama herkes onu göremez.

- Bütün insanlar aynı dilde gülümser.

18 Ekim 2008 Cumartesi

KARİKATÜR


11 Ekim 2008 Cumartesi

ÜÇ HİKÂYE- ÜÇ DERS- BİR SÖZ


1.Hikâye
Kavak Ağacı ile Kabak
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç? -On yılda, demiş kavak. -On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak. -Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak! -Doğru, demiş kavak. Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa: -Neler oluyor bana ağaç? -Ölüyorsun, demiş kavak. -Niçin? -Benim on yılda geldiğim
yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için. 1.Ders: Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.
2. Hikâye
En iyi Buğday
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi: -Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi. -Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda, -Neden olmasın, dedi çiftçi. -Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor. 2. Ders: Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.
3. Hikâye
Geleceğini biliyordum…
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti, -Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma. Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı; -Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın. -Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi… -Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun? -Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim. Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı: -Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum… 3. Ders: Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.

'Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir. Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır. Aslan veya ceylan olmanız fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur. Afrika Atasözü Çok çalışmak, emek harcamak, güven vermek, sevmek ve paylaşmak hayatın anlamlı olmasını sağlar. Her sabah uyandığımızda bir de böyle bakalım dünyaya. Unutmayın hayat uzun bir öyküye benzer. Ancak öykünün uzun olması değil, iyi olması önemlidir.

13 Eylül 2008 Cumartesi


KABAĞIN SAHİBİ VARDIR
Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir...
Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
- Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder: 'Kabak aşağı, kabak yukarı.' Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!
Hikâye böyle... Ama hayat da böyle... Ensemize, kafamıza vurup vurup dalga geçen sahte kabadayıların, kabağın da bir sahibi olduğunu, bu sahibin de en affetmeyeceği şeyin kibir ve kul hakkı yemek olduğunu unutmaya başlayanlar, koltuklarına, makamlarına, rantlarına yapışanlar anlayacaklardır...

30 Ağustos 2008 Cumartesi

BEREKET

Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış.... Büyüğü Halil.... Küçüğü ise İbrâhim... Halil, evli çocuklu. İbrahim ise bekârmış... Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin... Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş.. Bununla geçinip giderlermiş...
Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar.... İş kalmış taşımaya.... Halil, bir teklif yapmış :

-İbrahim kardeşim ; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle. -Peki abi, demiş İbrahim... Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... . O gidince, düşünmüş İbrahim: -Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine. Böyle demiş ve, kendi payından bir miktar atmış onunkine... Az sonra Halil çıkagelmiş.

-Haydi İbrahim...! Demiş, önce sen doldur da taşı ambara. -Peki abi...! İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola.. O gidince, Halil düşünür bu defa: Der ki: -Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek. Böyle düşünerek, Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.....

Velhasıl , biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine. Bu, böyle sürüp gider..... Ama birbirlerinden habersizdirler. Nihayet akşam olur. Karanlık basar. Görürler ki, bitmiyor buğdaylar. Hatta azalmıyor bile.... Hak teala bu hali çok beğenir. Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki ... Günlerce taşır iki kardeş , bitiremezler. Şaşarlar bu işe... Aksine çoğalır buğdayları. Dolar taşar ambarları.


Bugün 'Bereket' denilince, bu kardeşler akla gelir. bu bereketin ad: HALİL İBRAHİM BEREKETİDİR....

23 Haziran 2008 Pazartesi

KARŞILIKSIZ SEVGİ

Bu, Kuzey Irak'ta savaşan ve sonunda evine dönecek olan Mehmet adında bir askerin hikâyesidir. Mehmet evine gitmeden önce, İstanbul'da bulunan anne babasına telefon açtı. Sevgili anne ve babacığım, sonunda eve geliyorum ama bir şey sormak istiyorum. Bir arkadaşımı da beraber eve getirebilir miyim? Tabii ki ' diye cevapladılar. 'Onunla tanışmaktan mutluluk duyarız'. Ama bilmeniz gereken bir şey var' diye Mehmet devam etti,'o savaşta ağır yaralandı. Kara mayınına bastı ve kolu ile bacağını kaybetti. Başka gidecek hiçbir yeri yok. Onun bize gelmesini ve bizimle yaşamasını istiyorum'. ''Bunu duyduğuma çok üzüldüm oğlum, belki kalacak başka bir yer bulması için ona yardımcı olabiliriz' 'O hayır , onun bizimle yaşamasını istiyorum der..'' 'Oğlum,' dedi babası, 'sen ne istediğinin farkında değilsin. Böyle büyük bir sorunu olan birisi bizi çok rahatsız eder. Bizim kendi hayatımız var ve böyle farklılığa izin veremeyiz. Bence sen eve gelmeli ve bu çocuğu unutmalısın. O kendi yaşamını devam ettirmenin bir yolunu bulacaktır.' O andan sonra, Mehmet telefonu kapattı.
Anne ve babası ondan başka bir söz duymadılar... Birkaç gün sonra, İstanbul polisinden bir telefon geldi. Oğullarının bir binadan düşerek öldüğünü söylediler. Polise göre intihardı. Anne ve baba telaşla uçağa binerek oğullarının teşhisini yapmak için atladığı ildeki devlet hastanesinde bulunan teşhis morguna gittiler. Mehmet’i teşhis etmişlerdi. Ama gözleri fal taşı gibi açılarak... , Bilmedikleri bir şeyi fark ettiler. Mehmet’in bir bacağı ve bir kolu yoktu...
Bu hikâyede ki anne ve baba birçoğumuza benzer. Etrafımızda iyi görünen ve neşeli insanları sevmek bize kolay gelir, ama bize rahatsızlık veren özellikle bizim kadar sağlıklı olmayan, bizim kadar güzel olmayan ve bizim kadar zeki olmayan insanlardan uzak durmayı tercih ederiz. Çok şükür ki bizi bu kategoride gören birisi yok. Karşılıksız sevmeyi başaran birisi sonsuza kadar ailemizdendir ne kadar çirkin ne kadar fakir ne kadar engelli olursak olalım. Bu gün yatmadan önce ALLAH'a biraz daha dua ederek insanları oldukları gibi kabul etmemizi sağlamasını isteyelim ve ne kadar farklı olurlarsa olsunlar onlara karşı daha anlayışlı olabilmeyi isteyelim. Arkadaşlar çok nadir bulunan cevherlerdir. Onlar sizi güldürür ve başarmanız için destekler. Bazen tek kelime bazen bir cümle paylaşırlar ama her zaman kalbinizi ona açmanızı beklerler....!!!!

10 Haziran 2008 Salı

J. Brown'un"Şu Hayatta Neler Öğrendik Neler" Adlı Kitapçığından:


•1- Kendimi neşelendirmek istediğim zaman en iyi yolun başka birini neşelendirmeye çalışmak olduğunu öğrendim.
•2- Çalıştırdığımız insanlara iyi davrandığımızda, onların da müşteriye iyi davrandıklarını öğrendim.
•3- Bir toplantıda zekâmı ya da sohbetimi göstermek konusunda tercih yapmak gerektiğinde sohbeti seçmenin daha iyi olacağını
•4- Insanlara iyi davranmanin hiçbir maliyeti olmadigini ögrendim.
•5-Gerçekten yasamaya baslamak için emeklilik beklenirse, çok uzun bir süre beklenilmiş olunacağını

•6-İyi kalpli olmanın mükemmel olmaktan daha önemli olduğunu öğrendim.

•7-Bir ineğe ve bir çocuğa istedikleri her seyi verirseniz sonuçta çok iyi bir ineğiniz ve çok kötü bir çocuğunuz olacağını öğrendim.

2 Haziran 2008 Pazartesi


10 Mayıs 2008 Cumartesi

CEVAP VERME YÖNTEMLERİ - HAZIR CEVAPLILIK

1. Her zaman direkt olarak soruyu soran kişiye bakın. Sık sık göz temasında bulunun ama onun gözlerini kaçırmasına neden olacak kadar ısrarla değil. Bir an için başka bir yere bakmanız gerekirse, başınızı çevirerek bakın, sadece gözlerinizi oynatmayın. Gözlerinizi fazla oynatmak size hilekar bir hava verir.
2. Konuşulan konuyu zekice bir ilgi ve merak ifadesiyle dinleyin. Arada sırada başınızı sallarsanız durumun sizin kontrolünüz altında olduğu izlenimini verirsiniz. Aynı şekilde, bu hareketiniz, genellikle soruyu soran kişinin düşünce zincirinin ucunu kaybetmesine ve daha az tartışmalı bir soru sormasına neden olur.
3. Soruyu dikkatle dinleyin; sorunun ardındaki gizli anlamı çıkarmaya çalışın.
4. Soruyu dinlerken, sorunun ardındaki anlamı yargılamakta aceleci davranmayın ve soru bitmeden cevabı hazırlamayın
5. Soruyu anladınız ama bir cevap oluşturmak için zamana ihtiyacınız var; o zaman soruyu ya tekrarlayın ya da daha da iyisi başka sözcüklerle yineleyin.
6. Size en masum gelen soru genelde arkasında gizli bir anlam içerir. Sorunun arkasındaki gizli anlamı ortaya çıkarmak için çok kısa bir yanıt verin ve ardından “neden sormuştunuz?” gibi soruyla karşı saldırıya geçin Bu yöntem amacın ortaya çıkmasını sağlamakta çok etkilidir ve sizin daha ayrıntılı cevap vermenizi ya da soruna daha iyi bir çözüm bulmanızı sağlar.

5 Mayıs 2008 Pazartesi

KARİKATÜR

26 Nisan 2008 Cumartesi

BİLİYOR MUSUNUZ?

Bilgisayarla çalışmak gözleri bozmaz, sadece yorar.
600 tane bitki cinsi et yiyendir.
Arılar, sivrisinekler ve diğer ses çıkaran böcekler bu sesi, kanatlarıyla çıkarırlar.
İnsanlar ömrü boyunca 20 kilo toz yutarlar.
Dünyada en çok kullanılan isim, Muhammed 'dir.
Kibrit kutusu kadar bir altın, bir tenis kortu büyüklüğüne kadar inceltilebilir.
İnsan günde ortalama 80 ile 100 saç teli döker.
İnsan vücudunda 600 'ü aşkın adale (kas) vardır.
İnsan beyninin %85 'i sudur.
İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir.
Gözleri açık tutarak hapşırmak imkansızdır.
Sıcak su, soğuk sudan daha ağırdır.
Bir insan yaşamı boyunca iki yüzme havuzu dolduracak kadar tükürük salgılar.
Yetişkin bir insan günde ortalama 23.000 kez nefes alır.
Aynı parmak izi gibi, her insanın dil izi de farklıdır.
Ortalama bir insan yılda 1.460 'ın üzerinde rüya görür.
Soğan doğrarken sakız çiğnemek göz yaşarmasını önler.
Ampulü icat eden Thomas Edison, karanlıktan korkardı.
Salatalık bir sebze değil, meyvedir.
Dracula, tarih boyunca sinemaya en fazla uyarlanan hikâyedir.
Eskimolar, yiyeceklerin donmaması için buzdolabı kullanırlar.
Çocuklar baharda daha fazla büyüyor.

20 Nisan 2008 Pazar

Vefa Penceresi

Son günlerde, bir surat, bir surat ki gelinde, çayımı bile yarım dolduruyor bey.Allah'tan kulaklarım ağır işitiyor da duymuyorum ne söylediğini.Ama yine de hissediyorum bey; Beni bu evde galiba istemiyor artık.
Hey gidi günler heeey. Oğlunu bilirsin, vur kafasına al lokmayı.İki arada bir derede, ne yapsın ana bu, atsa atılmaz, satsa satılmaz.Bana artık gizli gizli sarılıyor bey... Dün akşam uyurken öptü beni biliyor musun? Nasıl ağırıma gitti nasıl artık akide şekeri de getirmiyor.Hani dişlerim yok ya, güya yerken garip sesler çıkarıyormuşum da çocuklar iğreniyormuş benden. Yok,vallahi yalan bey, hiç yapar mıyım ben öyle şey?

Gelin çocuklara masal anlatmamı da yasakladı. Üstelik seninle konuşuyormuşum diye duvardaki resmini bir yere sakladı.Olsun, koynumdaki resminden haberi bile yok!Yine de beddua edemem bey, oğlumun karısı, torunlarımın anası o. Geçenlerde üst komşular geldi, ne konuştuklarını duymayayım diye kapıyı üstüme kilitledi.Duymadım, duymadım, lakin hissettim. Düşkünler evine yatıracaklarmış önümüzdeki ay beni. Ne yalan söyleyeyim epey ağırıma gitti, epey.

Ha, sen ne diyorsun bey? Hani bir görünsen oğluna, ne de olsa babasısın, seni dinler. Bu odada oturur, vallahi hiç dışarı çıkmam.Akide şekeri de istemem.Masal da anlatmam artık çocuklara. Ne olur ayırmasınlar beni bu evden.Yaşayamam nefes bile alamamSana ait anılardan uzak ne yaparım ben, ne yaparım?

Şu camın pervazında hayalin durur, çekmecelerde el izin.Bastonun hâlâ duvarda asılı. İstemiyorlar beni artık, istemiyorlar hasılı.Hey gidi günler hey...Hani diyorum bir çağırsan yoksa, yoksa sende mi unuttun beni bey.Sende mi unuttun beni bey?

10 Nisan 2008 Perşembe

Einstein ve Şoförü

Dünyaca ünlü, dahi bilimadamı Einstein, konferanslarına hep özel şoförü ile giderdi. Yine bir konferansa gitmek üzere yola çıktıkları bir gün şoförü Einstein'a,
"Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken ben de arka sıralarda oturup sizi dinliyorum ve artık neredeyse söyleyeceğiniz her şeyi kelimesi kelimesine biliyorum." dedi.
Einstein gülümseyerek ona bir öneride bulundu:
"Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç tanımıyorlar" dedi.
"O halde bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim, benim yerime sen yap konuşmayı, ben de arka sırada seni dinlerim."
Şoför, gerçekten çok başarılı bir konuşma yaptı ve sorulan tüm soruları doğru yanıtladı. Tam yerine oturacağı sırada bir kişi, o güne kadar konferansta sorulmamış bir soru sordu. Şoför, hiç duraksamadan soruyu soran kişiye döndü ve
"Böylesine basit bir soruyu sormanız gerçekten çok garip" dedi. Sonrada Einstein’ı işaret ederek söyle devam etti:
"Şimdi size arka sırada oturan şoförümü çağıracağım ve sorduğunuz soruyu, göreceksiniz, o bile yanıtlayacak."

29 Mart 2008 Cumartesi

ANNELERİMİZDEN NELER ÖĞRENDİK...

ANNELERİMİZDEN ...İYİ YAPILMIŞ BİR İŞİ TAKDİR ETMEYİ:
"Bana bakın, çıkın birbirinizi dışarda gebertin, evi daha yeni temizledim...!!!"
DUALARIN GÜCÜNÜ:
"Yat kalk dua et ki baban müzik setinin bozulduğunu fark etmedi..."
ZAMANA KARŞI YARIŞMAYI:
"O oyuncaklarını topla yoksa bir tekme attığım gibi hepsini karşı sahilden toplarsın.."
MANTIKLI DÜŞÜNMEYİ:
"Ben öyle diyorsam öyledir...!!!"
HAYATIN TRAJİKOMİK YANLARINI:
"Sen daha orda gülmeye devam et, birazdan ben seni tam güldürüceğim... "
HAYATIN ÇELİŞKILERLE DOLU OLDUĞUNU:
"Kapa çeneni ve çorbanı iç ..!!"
DAYANIKLI OLMAYI:
" O ıspanak bitene kadar sofradan kalkmak YOK..!!!"
ABARTMAYI:
"Sana 500 bin defa söyledim kirli ayakkabılarınla içeri yürüme diye..!!"
DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİNİ:
"Babana çekiceğine biraz bana çekseydin noolurdu ..."
KISKANMAYI:
" Dünyada senin annen baban gibi mükemmel bi aileye sahip olmayan kaç milyon çocuk var biliyor musun?..."
SABIRLI OLMAYI:
"Baban eve gelsin, sen görürsün''
HAKKIMIZI ALACAĞIMIZI:
"Eve vardığımızda ben bilirim sana yapacağımı"
DİYALOG KURMAYI:
"Sana bir şey sorduğumda cevap ver...!!"
"Ne söyleyeyim anne?"
"Sus!! Bana cevap verme!!!"
TIP BİLGİLERİNİ:
"Gözlerini şaşı yaparken bir gün öyle kalıvereceksin, göreceksin gününü"
OLGUN OLMAYI:
"Bu tabağın hepsini bitirmezsen asla büyüyemezsin."
BİLGELİĞİ:
"Benim yaşıma gel de anlarsın o zaman."
VE ... ADALETİ:
"Bir gün senin de çocukların olacak.. inşallah onlar da sana senin şimdi bana yaptıklarını yaparlar..."
ANNELERİMİZDEN ÖGRENDİK...(SİZLERİ SEVİYORUZ)

18 Mart 2008 Salı

11 Mart 2008 Salı

5 Mart 2008 Çarşamba

KARİKATÜR


22 Şubat 2008 Cuma

Okyanus Yürekli Dostlar

Su, kendine sırdaş arıyordu. Önce buluta verdi sırrını. Ağır geldi sır buluta. Sağanak sağanak döktü suyun tüm sırlarını.
Sonra göle gitti su. Ona anlattı derdini. Bu arada bulut suyun sırrını yağmur yapıp, dolu yapıp, kar yapıp savurduğu için, zaman zaman taşıyordu göl ve çıkıyordu suyun sırrı iyice açığa .
Sonra nehre verdi su sırrını. Nehir de aldı suyun sırrını çekti gitti. Dereye verdi. Dere biraz daha yavaş olsa da nehirden, o da götürdü suyun sırrını bir başka bilinmeze… Çağlayanlar, şelaleler, akarsular… Hepsi kayboluyordu bir anda.
Sonra bir gün su takip etti dereyi. Dereye okyanusa kavuşunca fark etti su, bütün sırlarının akarsularla, çağlayanlarla, ırmaklarla…okyanusa taşındığını. Karar verdi su.
Sırrını okyanusa verecekti. Öyle de yaptı zaten. Tüm sırlarını okyanusa verdi. Artık suyun sırrını okyanustan başkası bilmiyordu.
Ne taştı okyanus, ne bir başkasına taşıdı suyun sırrını, ne de kurudu…. Geçenlerde karşılaştık suyla. Bir bardaktaydı. Suskundu. Çok uğraştım konuşturamadım.
Ben tam giderken " Dur !" dedi su. Durdum! " Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma!
Taşıyamazlar, kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar…." dedi.
Çevrenizde hep "okyanus yürekli" dostlarınızın olması dileğimle…..

14 Şubat 2008 Perşembe

PATATES TARLASI

Nebraska'da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekimi için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi, fakat o da hapisteydi. Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve müşkülatını izah etti.
"Sevgili David,Patates bahçemi belleyemeyeceğimden, kendimi çok kötü hissediyorum. Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin.Sevgiler, baban."
Bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı."Babacığım,Allah aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm.Sevgiler, David."
Ertesi gün sabaha karşı saat 04:00' de FBI ve yerel polis çıka geldi ve tüm sahayı kazdılar, lakin hiç bir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler.Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı.
"Babacığım,Simdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım.Sevgiler, David..."
BİR GÜÇLÜKLE KARŞILAŞTIĞINIZDA, KENDİNİZE BİR KAÇIŞ YOLU DEĞİL, BİR ÇIKIŞ YOLU ARAYIN.

10 Ocak 2008 Perşembe

DERS NASIL ÇALIŞILMAZ?
Bir şeyi ezberlemek, bilmek sayılmaz.
MONTAIGNE

1. Beden gevşek, uyuşuk vaziyette, sadece seçtiğiniz, size ilginç gelen konular üzerinde durursanız...
2. Eğlence arar gibi bir havanız varsa...
3. Dersten derse, konudan konuya atlarsanız...
4. Zaman zaman hayale dalarsanız ve çalışmanız bölünürse...
5. Düşünce kontrolünüz yoksa...
6. Vakit geçirmek için resimlere (şekillere) anlamsızca bakarsanız...
7. Önemli kavramları atlar, öğrenme olayını hep sonraya ertelerseniz...
8. Gözünüz aynı cümleye dakikalarca takılı kalırsa...
9. Bazen sabırsızlıkla, bazen de sıkılma nedeniyle acele ve atlayarak okursanız...
10. Gelişi güzel, karalama yapar gibi not tutarsanız...
11. Hatırlamayı rastlantılara bırakırsanız...
12. Ders çalışma zorlaştığında veya sıkıcı olmaya başladığında, çalışmayı tamamen bırakırsanız.Yani aslında, ders çalışmamak için bahaneler icat ederseniz...

6 Ocak 2008 Pazar

İKİ ŞEY

İki şey insani "nitelikli insan" yapar:
1- İradeye hakim olmak 2- Uyumlu olmak
İki şey "ekstra değer" katar:
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak 2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek
İki şey geri bırakır: 1- Kararsızlık 2- Cesaretsizlik
İki şey kaşif yapar: 1- Nitelikli çevre 2- Biraz delilik
İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
1- Baskın yeteneği bulmak 2- Cidden sevdiğin işi yapmak
İki şey başarının sırrıdır:
1- Ustalardan ustalığı öğrenmek 2- Kendini güncellemek
İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1- Niyetin saf olması 2- Ruhsal farkındalık
İki şey gelişmeyi engeller:
1- Aşırılık (mübalağa,abartı,ifrat,tefrit) 2- Felakete odaklanmış olmak
İki şey çözüm getirir:
1- Tebessüm 2- Sükut (susmak)
İki şey"kalitesiz insan"ın özelliğidir:
1- Şikayetçilik 2- Dedikodu
İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
1- Bakış açısını değiştirmek 2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek
İki şey yanlış yapmanı engeller:
1- Şahis ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek 2- Hak yememek
İki şey kişiyi gözden düşürür:
1- Demagoji (laf kalabalığı) 2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)