29 Aralık 2007 Cumartesi

ANGUT KUŞU


Herkesin haksız bir şekilde kullandığı bir ifadedir ‘Angut’. Biri laftan anlamayınca, boş boş bakınca ya da aptallık edince hemen ‘Angut musun?’ der günümüzün insanı. Angut’un aslında bir kuş olduğunu bilmeyen bir sürü insan var ülkemizde.
Özelliği nedir bilir misiniz? Angut kuşunun eşi öldüğü zaman yanına o anda başka bir yırtıcı hayvan veya bir insan gelse dahi gözlerini bir dakika bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar onun başucunda bekler.
İşte bu canlının yaptığı en büyük ‘Angut’luk budur. Ayrıca bu olay bütün Angut kuşları için geçerlidir, arada bir görülen bir şey değildir. Dişi olsun erkek olsun bütün Angut kuşlarının çok ürkek bir hayvan olmasına rağmen eşinin ölüsünün başında bekleyen Angut kuşuna elinizi uzatsanız dahi oradan kaçmaz.
Hani derler ya ‘Angut gibi bakmasana!’ diye... Keşke herkes Angut gibi bakabilse değer verdiklerine. Bundan sonra bazılarına ‘Angut’ demeden önce bir kere daha düşünün. Bir “Angut” bile olamayan o kadar çok insan var ki artık günümüzde...

24 Aralık 2007 Pazartesi

BİR SÖZ

Her Lafa Verilecek Cevabım Var Lakin; Bir Lafa Bakarım LafDiye, Bir De Lafı Söyleyene Bakarım ADAM MI Diye....!

15 Aralık 2007 Cumartesi

Bir Deyimin Açıklaması

Kuyruk Acısı
Zamanın birinde bir oduncu, ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an göz göze gelmiş. Yaratana olan aşkı "yılan bile olsa"yaratılana yansımış ve yılanı vurmaya kıyamamış. Yılan da duygulanmış, dile gelmiş.
"Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, ben de sana bir iyilik edeceğim" demiş. Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş. Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve oduncuya uzatmış."Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim."
Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Hiç kimseye olan biteni anlatmamış, ailesi dâhil. Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini zannetmiş. Yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış. Gel zaman git zaman, oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Birkaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış.
"Git kör kuyunun başına ve oğlum olduğunu söyle, yılan sana altın verecek" demiş. Oğlu inanmamış ama gitmiş, yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış. Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikâyenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, kim bilir daha ne kadar altın var kuyudan içeride demiş. Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış.
Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş. Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış. Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor.Yılan o arada görünmüş ki, kuyruğu yok ve kanlar içinde.. Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılan yaralı... Hatalı olan oğlum olmalı demiş ve yılandan özür dilemiş. Tekrar dost olalım demiş... Yılan ise acı acı gülümsemiş. Çok isterdim ama...
Sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız.*

8 Aralık 2007 Cumartesi

Karikatür


29 Kasım 2007 Perşembe

Bir Hikaye

Kristof Kolomb, bir akşam vakti, İspanyollar arasında yemek yiyordu. Yemekte bulunan misafirlerden birçoğu, Kolomb'un şöhretini küçümsüyorlardı.
Yemek arasında söz Amerika'nın keşfinden açılınca, içlerinden biri, yüksek sesle:
"Oraları keşfetmek zor bir iş değil" dedi.
Kolomb, bu söze karşılık bir şey demeden eline bir yumurta aldı ve masanın yanında oturanlara dönerek:
"İçinizden hanginiz bu yumurtayı dik olarak dengede tutabilir?" diye sordu.
Herkes bunu denedi, fakat hiçbiri başaramadı.O zaman Kristof Kolomb yumurtayı aldı, ucunu tabağın üstüne hafifçe vurarak yassılaştırdı ve yassı kısmını tabağa yerleştirdi. Elini yumurtadan çektiği halde, yumurta dik vaziyette dengede duruyordu.
Hepsi bağırarak:"Bu zor bir iş değil ki!" dediler.
Kolomb gülerek:"Doğru" dedi. "Bu zor bir iş değil. Zor olan, bunu düşünebilmektir!"

17 Kasım 2007 Cumartesi

FIKRALAR

Minik kız elinde karnesiyle evden içeri girmiş. Karnesini babasına göstermiş.
Babası bir bakmış baştan aşağı "Pekiyi", bir iki tane de "İyi" var, ama öğretmen karnenin altına şöyle bir not düşmüş: - "Çok akıllı ve yetenekli bir çocuk fakat bir kusuru var, derste çok konuşuyor. Buna nasıl son verebileceğimiz hakkında fikirlerim var, en kısa zamanda siz velisiyle de paylaşmak istiyorum."
Baba bunun üzerine karneyi imzalamış ve öğretmenin görüşlerinin altına kendi de bir not düşmüş:
- "Lütfen paylaşalım, çünkü işe yararsa ben de annesinde uygulayacağım.

****************************************************************
Çocuk dedesine sormuş:
- Dede, nenem ile kaç yıldır evlisiniz?
- 40 yıldır evlat, demiş dede.
- Peki ama dede, ben sizi hiç kavga ederken görmedim bunun sırrı nedir?
- Otur evlat anlatayım. Evlat biz ninen ile evlendiğimizde elde avuçta bir şey yok, kimsemde yoktu. Ben neneni bizden oldukça uzaktaki köyden aldım, nikahımız kıyıldı, benim at arabasına nenenin üç beş eşyasını attık ve bizim köyün yolunu tuttuk. Yolda benim atın ayağı sürçtü ve tökezledi. Ben "Bu bir" dedim. Devam ederken bir daha tökezledi, ben yine "Bu iki" dedim.
Köye de daha epey yolumuz vardı, bizim atın ayağı bir daha tökezleyince "Bu üç" dedim ve çektim belimden pistovu, atı orada vurdum.
Ben atı vurunca nenen başladı bana söylenmeye. "Biz şimdi nasıl gidicez, niye durup dururken atı vurdun. Sende hiç akıl yok mu. Bu eşyaları nasıl götüreceğiz"
Ben de döndüm nenene "Bu bir" dedim. O gün bugündür, gül gibi geçinip gidiyoruz...

14 Kasım 2007 Çarşamba

DİLİM DİLİM

*Yıl: 1965**
'Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım. Nasıl bir edâ takınacağıma
hükûm veremedim, âdetâ vecde geldim. Buna mukâbil az bir müddet sonra
kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm
vardı. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle 'akşam-ı
şerifleriniz hayrolsun' dedim.' *
*Yıl: 1985**
'Karşıma âniden çıkınca fevkalâde şaşırdım. Nitekim ne yapacağıma hükûm
veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lâkin kısa bir süre sonra
kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm
vardı. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'hayırlı akşamlar'
dedim.' *
*Yıl: 1995**
'Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım. Fenâ hâlde kal geldi yâni. Ama bu
iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim.
Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle 'selâm' dedim.' *
*Yıl: 2006*
*'Âbi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yâni. Oğlum bu iş bizi kasar
dedim, fenâ göçeriz dedim, enjoy durumları yâni. Ama concon muyum ki ben,
baktım ki o da bana kesik. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. 'Hav ar yu
yavrum?' *
*Yıl: 2026**
'Ven ay vaz si hör, ben çok yâni öyle işte birden. **Off, ay dont nov âbi
yaa. Ama o da bana öyle baktı, if so âşık len bu manita. 'Hay beybi..'' *
*DİLİMİZE SAHİP ÇIKALIM !!!!*

9 Kasım 2007 Cuma

Kadınlar Ne İster

Harun Reşit, savaşta esir aldığı düşman generale '-Hayatını bağışlarım ama bir şartım var: Kadınlar hayatta en çok ne ister, budur bilmek istediğim. Bu sorunun yanıtını getir; kurtar kelleni.'der.
General sorar soruşturur, bu çetin sorunun yanıtını arar ve Kafdağı'ndaki bir cadının bunu bildiğini öğrenir. Günlerce gecelerce at koşturur, cadıyı arar bulur ve sorar
'- Kadınlar hayatta en çok ne ister? 'Korkunç cadının,yanıt için öyle bir şart ileri sürer ki yenilir yutulur değil.
'-Evlen benimle, o zaman Öğrenirsin istediğini.'
Bu ölümcül teklifi, kabul eder General ve doğru yanıtı alır almaz koşar Harun Reşid'e: -Kadınlar, en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek ister.'
Harun Reşit bizimkinin hayatını bağışlar ya; cadıyla evlenmek için de söz verilmiştir. Evlenirler . O ilk gece; general bir bakar ki o korkunç cadı, dünyalar güzeli bir afete dönüşmüş, karanlık odada.
Konusur cadı: '-Benim kaderim böyle; günün sadece yarısı güzel olabilirim, diğer yarısı ise çirkinim. Ne dersin geceleri seninleyken mi, yoksa gündüzleri dışarıdayken mi güzel olayım? General düşünür ve '-Sen bilirsin, kararını kendin ver' der; işte o andan itibaren korkunç cadı sonsuza dek çok güzel bir kadın olarak kalır.'
Peki bu öyküden çıkarılacak üç ders nedir?
Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek ister.
Özgür iradesiyle hareket eden bir kadın, her zaman güzeldir.
İster güzel olsun ister çirkin, her kadın aslında bir CADIDIR.. :))))

4 Kasım 2007 Pazar

Dürüstlük Timsali Erkek

Bir gün ormancının biri dalları nehrin üzerine sarkan ağacın dallarını keserken baltasını suya düşürür.
"Aman Tanrım" diye bağırdığında bir peri belirir ve "Ne diye bağırıyorsun?" der.
Ormancı baltasını suya düşürdüğünü ve yaşamını sürdürebilmek için o baltayaihtiyacı olduğunu söyler. Peri suya dalar ve elinde bir altın balta ile tekrar belirir. "Baltan bu muydu?" diye sorar; ormancı "Hayır" diye cevaplar.
Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde gümüş bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar.
"Baltan bu muydu?" Ormancı yine "Hayır" diye cevaplar.
Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde demir bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar. "Baltan bu muydu?" Ormancı "Evet" der. Ormancının dürüstlüğü perinin çok hoşuna gider ve baltaların üçünü de kendisine verir. Ormancı mutlu bir şekilde evine döner.
Bir zaman sonra ormancı eşiyle birlikte nehir boyunca yürürken karısı suya düşer.
Ormancı "Aman Tanrım" diye bağırır. Peri yine belirir ve sorar. "Ne diye bağırıyorsun?" Ormancı "Karım suya düştü" der.
Peri suya dalar ve Jennifer Lopez’le birlikte geri döner. "Senin karın bu mu?" diye sorar.
Ormancı "evet" der. Peri sinirlenmiştir. "Yalan söylüyorsun, gerçek bu değil" der.
Ormancı "Özür dilerim peri, ortada bir yanlış anlaşılma söz konusu.
Eğer Jennifer Lopez için hayır deseydim bu sefer Catherine Zeta-Jones ile geri dönecektin, ona da hayır deseydim karımla dönecek ve her üçünü de bana verecektin.
Ben fakir bir adamım ve üç kadının sorumluluğunu taşıyabilecek durumda değilim.
Jennifer Lopez'e evet dememin sebebi budur."

Bu hikayeden alınacak ders : Ne zaman bir erkek yalan söylüyorsa bunun iyi ve saygın bir nedeni vardır ve bu başkalarının yararı içindir.Kendileri içinbir şey istiyorsalarsa ekmek çarpsındır.

26 Ekim 2007 Cuma

MEHMET'İN DÖNÜŞÜ

Saçtan yapılmış, bir su deposuydu. Evin inşa edildiği günlerde takılmış ve yirmibeş yılı aşkın süredir çürümemişti. Fakat, o yalnızlık çekilmiyordu. Koskoca çatının içinde tek başına olması yetmiyormuş gibi, bir de gün ışığından mahrum bulunması,onu bunaltıyordu.
Su deposu, takıldığının ikinci senesinde yalnızlığını kısmen de olsa gidermenin yolunu bulmuş ve kendisine bağlanan boruya:"Ucundaki musluğa rica et", demişti. "Evin içinde neler olup bittiğini, arada bir bize aktarıversin."Deponun bu teklifi zor da olsa kabul edilmiş ve musluktan aldığı haberler, onun karanlık dünyasını aydınlatmaya başlamıştı. Artık depo, bazen suyunun neden birkaç saat içinde tükendiğini çok iyi biliyordu. Bunlardan ilki Kurban Bayramına rastlamıştı. Ev, tepeden tırnağa temizlenmiş ve kesilen hayvan için bol su gerektiğinden, depoyu kısa sürede boşaltmıştı. Üç ay sonra musluktan, ev sahibinin düğün yapacağı haberini aldı. Ve düğün günü tıka basa dolu olduğu halde, gelen kalabalığa ancak iki saat dayanabildi. Depo, bu tür günlerde elinden geldiği kadar idareli olmaya çalışıyor ve suyunu azar azar gönderiyordu. Böyle yaptığında, tekrar suyla dolana kadar huzurlu kaldığını fark etmişti.
Su deposu, çatıdaki dördüncü senesinde, musluktan sevinçli bir haber daha aldı. Evde artık üç kişiye hizmet edilecekti. Sahiplerinin nurtopu gibi bir erkek çocukları dünyaya gelmiş ve O'na dedesinin ismi verilmişti: Mehmet...Birkaç gün sonra musluktan:"Mehmet'i yıkıyorlar", müjdesini duyduğunda, sevinci daha da arttı. Onun ilk banyosu için büyük bir titizlik göstermeli ve suyunun en berrak kısmını göndermeliydi. Depo, daha sonraki günlerde de, onun bezleri için aynı titizliği gösterdi ve Mehmet'in büyümesini adım adım soruşturdu.
Musluktan aldığı haberlerle saçlarının uzamasını, emeklemesini, yürümeye başlamasını ve okula gitmesini hayalinde canlandırarak kendisini avutuyor ve Mehmet'i görmüş gibi oluyordu.Yıllar böylece akıp gitti. Su deposu yaşlanmış, Mehmet ise yağız bir delikanlı olup askere gitmişti. Depo, sanki ilk defa yalnızlık çekiyor ve ona kavuşmak için, suyunun her damlasıyla dua ediyordu.
Mehmet'in dönmesi ayları aldı.Ve günün birinde su, her zamankinden fazla kullanılmaya başlandı. Evdeki faaliyet, yaşlı deponun gözünden kaçmamıştı.Sebebini musluğa sorduğunda, yirmi yıl önceki gibi:"Mehmet'i yıkıyorlar!.." cevabını aldı." Doğu sınırında askerlik yaparken, vatan hainlerinin şehit ettiği Mehmet'i yıkıyorlar." (Cüneyd Süavi)

20 Ekim 2007 Cumartesi

YAŞLI MARANGOZ

Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren müteahhidine,çalıştığı konut yapım işinden ayrılarak eşi ve büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Ne var ki emekli olması gerekiyordu.
Müteahhit, iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev yapmasını rica etti. Marangoz, kabul etti ve işe girişti, fakat gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne büyük talihsizlikti!... İşini bitirdiğinde işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı."Bu ev senin" dedi,"Sana benden hediye".Marangoz, şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman böyle yapar mıydı hiç!

*******Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatımızı kurarız. Çoğu zaman da, yaptığımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da, şoka girerek, kendi kurduğumuz evde yaşayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız. Ne var ki, geriye dönemeyiz.Marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvardikersiniz. "Hayat bir kendin yap, tasarımıdır" demiştir biri. Bugün yaptığınız davranışlar ve seçimler, yarın yaşayacağınız evi kurar.

16 Ekim 2007 Salı

UYANIN???


Şişli'deki bir dürümcünün reklam broşüründen harfi harfine aktarılmıştır.

Diyet, perhiz, rejim gibi faaliyetler hedefte Türk delikanlılarının ve genelde de Türk milletinin devamını engellemek için dış mihraklar tarafından gündeme getirilmiş şuurlu bir düzmecedir. Gaye, eskiden bir koyunu, bir oturuşta götüren dev gibi babayiğit atalarımızı ve tarlada doğum yaptıktan sonra bebeğini kundaklayıp, elde orak tarlada çalışmaya devam eden Türk kadınlarını; kalori hesaplayan, hapşırınca yatağa giren, fitness ve aerobik yapan çıtkırıldım tiplere dönüştürmek ve büyük Türk ırkını Çinliler, Japonlar gibi sıska, zayıf ve sağlıksız bir ırk haline getirmektir.

Icabı halinde 240 kiloluk top mermisini tek başına namluya süren bir babayiğidin, kalori hesaplayan, yoğurtlu kebabı reddeden bir züppe haline getirilmesinden daha büyük bir soykırım olabilir mi? İç yağının, kuyruk yağlarının, anamızın Vita yağının kolestrol yaptığı palavradır.

Kolestrol, kebapları yedikten sonra iki sişe soda içerek ayarlanabilecek bir gaz durumudur.

Sakın bu oyuna düşmeyin. Feminizm, kadın hakları, çevre şuuru ve eşitlik adi altında Türk kızlarının akılları çelinerek, yemek yapmayı bilmeyen, bizim istikbalimiz olan yavrularını, abuk subuk yiyeceklerle yetiştirecek, damak zevki gelişmemiş, sunta kılıklı diyet bisküvilerini yiyecek sanan bir hale getirmişlerdir.

Ayrıca kör olası dış mihraklar, bu kızlarımıza kebap, soğan, çiğ köfte vb. Lezzetleri yiyen, bardak bardak şalgam suyu içen yiğitlerimize hanzo-kıro gibi sıfatlar takmayı öğretmişlerdir.

Ayrıca son yıllarda moda gibi gösterilmeye çalışılan Çin mutfaği diye bir şey yoktur. Bu sözde mutfak, acaip zerzevat ile acaip mahlukatın, wog adi verilen bir tencerede yarı pişmiş yarı çiğ olarak hazırlanıp insanlara eziyet olsun diye sopalarla yenmesinden ibaret bir hokkabazlıktır. Sakın kanmayın, sakın yemeyin. Helal değildir!

Unutmayın su uyur, düşman uyumaz!

10 Ekim 2007 Çarşamba

KARİKATÜR


5 Ekim 2007 Cuma

Ahmet Kutsi Tecer


NERDESİN?
Geceleyin bir ses böler uykumu.
İçim ürpermeyle dolar:NERDESİN?
Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Aşıkıyım beni çağıran sesin.

Gün olur sürüyüp beni derbeder,
Bu ses rüzgârlara karışır gider.
Gün olur peşimden yürür beraber,
Ansızın haykırır bana:NERDESİN?

Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız ona verdim ben,
Elverir ki bir gün bana derinden
Ta derinden bir gün bana "GEL" desin.

30 Eylül 2007 Pazar

ORHAN VELİ


ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

KARİKATÜR




19 Eylül 2007 Çarşamba

Lens Taşıyan Karınca




Zehra, yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı. Bir gün cesaretini toplayarak bir grup tırmanışına katıldı.
Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karşılarına. Zehra tüm korkularına rağmen azimliydi. Emniyet kemerini taktı, ipi ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı. Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu...
Orada asılı dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığa düşerek ipi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Zehra'nın gözüne çarparak lensinin düşmesine neden oldu. Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyse imkansızdı.

Lens yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve Zehra artık bulanık görüyordu. Zehra, ümitsizlik içinde lensini bulması için Allah'a dua edebilirdi yalnızca... İçten içe düşünüp dua etmeye başladı.
"Allah'ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Onu bulmama yardım et."
Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. Aşağı indiklerinde, tırmanmak üzere oraya doğru gelen yeni bir grup gördüler. İçlerinden biri "Aranızda lens kaybeden var mı?" diye bağırdı.

Zehra 'nın sonradan öğrendiğine göre lensi bir karınca taşıyordu. Karınca yürüdükçe yavaşça kayanın üzerinde hareket edip parlayan lens kızların dikkatini çekmişti.

Eve döndüklerinde Zehra lensini nasıl bulduklarını babasına anlattı. Bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resmi çizerek, karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazdı:
"Allah'ım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilemiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar ağır. Ama istediğin sadece bunu taşımamsa, senin için taşıyacağım..."

9 Eylül 2007 Pazar

İnternet Kafecileri Çıldırtan Sorular

1-Bilgisayarda çalışan öğrencinin elektrik kesildikten 15 dakika sonraki sorusu; - Elektrik mi kesik?
2- Boş bilgisayar yok mu? - Yok - Hiç mi yok?
3- Word''lü bilgisayar var mı? - Hayır çilekli ve vanilyalı var sadece.
4-Çıkıntı alabilir miyim? (Printerdan çıktı almak için ) - Çıktı versek?
5-Çıktılar hep siyah beyaz mı oluyor?-Hayır ara sıra yeşil üzerine eflatun ördek desenli de çıkıyor.
6- 14 numaralı bilgisayar çok salak yaaaaa.... -Rahmetli babasıda öyleydi, babasına çekmiş.
7- Internet geri geldi mi? -Gitti hala dönmedi, kayıp ilanı verdik, aranıyor.
8- İnternete gireceğim... ilk defa geliyorum. - Heyecanlı mısın?
9-Yazıcı çalışıyor mu? - Hayır bugün izinli.. - Nasıl yani???

28 Ağustos 2007 Salı

ARKA-TAŞ

Orta Asyada, savaşın ok ve yay ile yapıldığı dönemlerde Türk savaşçılar, arkalarından gelebilecek bir saldırıyı önlemek için, sırtlarını önceden bu amaçla hazırlanmiş bir TAŞ'a dayarlardı. Bu taş "ARKA-TAŞ" veya Azerbaycan'daki telaffuzuyla "ARKA-DAŞ" olarak adlandırılırdı. Dostluk kavramının zaman içinde, insanın arkasını yaslayabileceği ve kendisini olabilecek kötülüklerden koruyacağı fikri ile özleştirilmesi sonucu "arkadaş" kelimesi "dost" anlamında Türkçedeki yerini buldu. Sırtınız "arka taş" sız kalmasın...

8 Ağustos 2007 Çarşamba

BEN NEYMİŞİM


Başkası bir işi uzun surede yapıyorsa, yavaştır.BEN uzun surede yapıyorsam TİTİZİMDİR.
Başkas ı bir işi yapmıyorsa, tembeldir.Ben yapmıyorsam MEŞGULÜMDÜR.
Başkası bir görgü kuralını çiğniyorsa KABADIR.Ben çiğniyorsam, KENDİME ÖZGÜ birisiyim.

Başkası öne geçerse kuralları ihlal etmektir.BEN başarırsam, bu SIKI ÇALIŞMANIN ÖDÜLÜDÜR!...

7 Ağustos 2007 Salı

KANGURU



İngiliz denizci kaptan James Cook, 18. yüzyılda Avustralya kıyısına adım attığında daha önce hiç görmediği bir hayvanla karşılaşır. Yanındaki yerliye hayvanın adını sorunca "Kanguru" cevabını alır.
Böylece denizci, arka ayakları üstünde sıçrayarak yol alan, yavrularını karnındaki kesesinde taşıyan bu hayvanın resmini çizer. Ülkesine döndüğünde bu ilginç hayvandan bahseder ve resimlerini herkese gösterir. Zamanla tüm dünya bu hayvanı tanır.
Çok sonra Avustralya yerlileri dillerini incelemek üzere kıtaya gelen bir dilbilimci, yerlilerin bu hayvan için başka bir isim kullandıklarını görür.
"Kanguru!" yerli dilinde "Seni anlamıyorum!" anlamına gelmektedir.

18 Temmuz 2007 Çarşamba

SÖZÜN ÖZÜ

Kendisini başkalarının kurtarmasını bekleyen kişiler yalnızca kölelerdir. Voltaire


Sesini değil, sözünü yükselt. Yağmurlardır büyüten zambakları, gökgürültüsü değil.

17 Temmuz 2007 Salı

Çocuk ve Dövme Yaptırmak



Askerden izinli gelen delikanlı, asker arkadaşını da eve getirmiş, ailesiyle birlikte yemek yiyorlardı.Arkadaşının vücudunun her yanı dövmelerle kaplıydı.Bütün aile bireyleri yemeklerini yerken, evin 5 yaşındaki kızı, daha fazla dayanamayıp, dövmeli gence sordu.

"Resim çizmek için neden annenden kağıt istemedin?"

5 Temmuz 2007 Perşembe

Kibar Adamın Mezar Taşı


Dünyanın en kibar adamının mezar taşında şunlar yazılıymış :
"Kusura bakmayın, ayağa kalkamıyorum..."

20 Haziran 2007 Çarşamba

Ankara, Ankara Güzel Ankara.Seni Görmek İster Her Bahtı Kara...


GÖNÜL ÖKSÜZ BU GECE,

EFKARLIDIR HER HECE,

HASRETİ BİLE YÜCE,

ANKARA'YI ÖZLEDİM...

18 Haziran 2007 Pazartesi


YÜREĞİNDE BÜYÜTMEK...
Okulda birinci sınıf öğrencileri, bir aile fotoğrafı üzerinde tartışıyorlardı. Fotoğraftaki küçük çocuğun saç rengi, ailenin öteki bireylerinin saç renginden değişikti. Öğrencilerden biri, o küçük erkek çocuğunun belki de evlat edinilmiş olabileceğini söyledi.
Onun bu sözünü duyan küçük bir kız öğrenci, birden sesini yükseltti:
- Ben evlat edinme konusunda her şeyi bilirim, çünkü ben de evlatlığım!...
Sınıftaki bir başka öğrenci sordu:
- Madem biliyorsun bize de anlatsana, evlat edinilmek ne demektir?Küçük kız, kendinden emin bir biçimde bilgisini özetledi:
- Annenin karnında değil, yüreğinde büyümüşsün demektir.

16 Haziran 2007 Cumartesi

12 Haziran 2007 Salı


Çünkü... Biz Dostuz
Bir gün bunalırsan ve sıkıntını paylaşmak istersen beni ara...
İki elim kanda olsa gelirim, sıkıntını yok ederim...
Bir gün ağlayacak gibi olursan da ara beni...
Seni belki güldüremem ama, söz veriyorum,senle birlikte ağlayabilirim...
Bir gün uzaklara kaçmak istersen beni aramaktan çekinme...
Seni belki durduramam ama, senle birlikte koşabilirim...
Bir gün yüksek bir köprüden atlamaya kalkarsan da ara beni...
Senle birlikte atlayamam ama, aşağıda bekler, seni tutabilirim...
Bir gün herhangi bir konuda kararsız kalırsan ara beni...
Seni senden fazla düşünür sana fikirler verebilirim...
Bir gün kimseyi dinlememeye karar verirsen de ara beni...
Ağzımı açmayacağımı, soylemediklerini bile dinleyeceğimi bil...
Bir gün beni üzdüğünü düşünürsen de çekinme, yine ara beni...
Göreceksin, sana kıyamam, kızamam, üzemem seni...
Bir gün beni ararsan ve benden bir karşılık alamazsan...
Söz ver: O zaman sen ulaşmalısın bana..
Çünkü, o an bir meleğe ihtiyaç duyduğumu bilmelisin…

10 Haziran 2007 Pazar

Yorgunluğun İki Nedeni


Ünlü piyanist Arthur Rubinstein, konserlerinden birinde küçük bir kızın anı defterini imzalamakta tereddüt ediyordu. Piyanist ellerinin çok yorulmuş olduğunu ileri sürünce küçük kız hemen yanıt verdi:
"Ellerinizin ne kadar yorulduğunu biliyorum. Ama benim ellerimde en az sizinkiler kadar yorgun.
" Ünlü piyanist bu yanıtı alınca bir an durdu, küçük kızın ellerinin neden yorgun olduğunu merak etti ve
"Senin ellerin neden yorgun, küçük kız?" diye sordu. Küçük kızın bu soruya verdiği yanıt oldukça düşündürücüydü:
"Alkışlamaktan."

8 Haziran 2007 Cuma


BENİ BENSİZ BIRAK,

SENSİZ BIRAKMA...

7 Haziran 2007 Perşembe

NASİHAT


***Mümkün olduğunca susmayı yeğle ya da söylenmesi gerekli şeyleri söyle.
***Nadiren de olsa vaziyet icabı konuşman gereken durumlarda kesinlikle alelade konulardan bahsetme.Boş mevzulardan, yiyip içmekten söz açma.Bilhassa övgü, yergi ve karşılaştırmalardan uzak dur.
***Becerebilirsen dostlarının konuşmalarını edepli konulara kaydırmaya çalış.Eğer yabancılar arasındaysan gerekmedikçe hiç ağzını açma.
*** Uzun süreli sık kahkahalardan uzak dur.
***Zorunlu olmadıkça hiçbir şey için yemin etme.
*** Bedeni ve ruhi ihtiyaçlarını gerektiği kadar ve gerektiği şekilde karşılamayı dile.
*** Eğer biri; bir kimsenin seni yerdiğini, senin arkandan konuştuğunu söylerse iddia edilen şeyleri reddetmeye kalkma.Ona şöyle de;
Hakkımda bunları söyleyen kimse şüphesiz diğer kusurlarımdan habersiz.Eğer haberi olsaydı, yalnızca bunları söylemekle yetinmezdi.

30 Mayıs 2007 Çarşamba




Ecdadın(Atalarımızın) Vakıf Çağlayanı


Yardım, şefkat ve sevgi hissinin ebedileşmesi arzusundan doğan vakıf müesseselerimiz sayesinde toplumumuzun yıllarca huzur içinde varlığını devam ettirdiğini . . . Bu ecdad vakıfları arasında:

Kışın aç kalan kuşların beslenmesi,

Bayram günlerinde şehir ve kasabalarda top atılarak çocukların sevindirilmesi,

-Et fiyatlarının kış aylarında yükselmemesini sağlayacak tedbirlerin alınması,

-Hasta ve garip göçmen leyleklerin bakım ve tedavi edilmesi,

-Çalışan kadınlara sütanne bulunması,

-Hac yolunda parasız kalanlara para dağıtılması, -

-Cami ve türbe duvarlarındaki ot ve yosunların temizlenmesi,

-Hamalların sırtlarındaki yükleri, üzerine koyup dinlendikten sonra kimsenin yardımına muhtaç olmaksızın sırtlanabilmeleri için mola taşları dikilmesi,

- Yaz aylarında sıcaktan bunalanlar için gölgelik yapılması ve icab eden yerlere su küplerinin konulması...gibi insanı hayretler içinde bırakan çok enteresan vakıfların olduğunu. . .


Ecdadın Ticaret Ahlakı


Yabancı bir kumaş tacirinin Osmanlı ülkesine gelerek bir kumaş imalathanesinin mallarını beğenip hepsini almak istedikten sonra, mal sahibinin kumaş toplarını denklerken bir top kumaşı ayırdığını görüp bu hareketinin sebebini sorması üzerine, Osmanlı esnafının "Onu sana veremem, kusurludur" cevabını verdiğini.


Yabancı tacirin "Ziyanı yok, önemli değil" demesine rağmen Osmanlı esnafının o kumaş topunu vermemekte direterek: Benim malımın kusurlu olduğunu söyledim biliyorsunuz. Fakat Siz onu kendi memleketinizde satarken, alıcılarınız orada benim bunları bize söylemiş olduğumu bilmeyeceklerdir. Böylece de müşterilerinize kusurlu mal satmış olacağım.Neticede Osmanlı'nın gururu şeref ve haysiyeti rencide olacak, bizi de hilekar sanacaklardır. Onun için bu sakat topu asla size veremem" diyerek kumaşı vermeyişinin sebebini izah ettiğini... Biliyor muydunuz?

29 Mayıs 2007 Salı

AH ŞU İNSANLAR


*Arizonalı bir adam kelepçelerle oynarken kendini kelepçeledi ve anahtarı bulamadı... Kendisini kurtarmak için çilingir çağırmak yerine polisi arayınca başı belaya girdi... Onu kelepçeden kurtaran polisler, ödenmemiş bir kefalet borcu bulunduğunu belirleyince onu yeniden kelepçelediler...

*Gillette şirketi 1902 yılında güvenli jilet satmaya basladığında yüzlerce erkek satın aldı... Sonra da bu jiletlerin sakallarını kesmediğini söyleyerek onları çöpe attılar... Gillette yetkilileri, mutsuz müşterilerin tıraş olmadan önce jiletin sarıldığı kağıdı çıkarmadıklarını fark ettiler...

* Chevrolet, yeni model arabası için "Nova" ismini buldu ama sonra arabayı Latin Amerika'da satamayacakları anlaşıldı... Çünkü "Nova", Ispanyolca'da "gitmez" anlamına geliyordu...

* 1932 yılında Los Angeles olimpiyatlarında Fransız atlet Jules Noel'in disk atmada kırdığı olimpiyat rekoru sayılmadı...Çünkü atışı izlemesi gereken bütün hakemler, sırıkla yüksek atlama yarışmasını izlemek için arkalarını dönmüşlerdi...

* 1985'de New Orleans'lı cankurtaranlar o yıl şehrin havuzlarında kimsenin boğulmamasını kutlamak için bir parti verdiler. Partide konuklardan biri boğuldu.

* 1975'de İngiliz bir çift televizyonda en sevdikleri programı izlerken, erkek yarım saat süren bir gülme krizi sonucu kalp krizi geçirerek öldü... Eşi, cenazeden sonra proğramın yapımcılarına bir mektup yazarak, kocasını hayatının son dakikalarında bu kadar mutlu ettikleri için teşekkür etti.

26 Mayıs 2007 Cumartesi


UNUTUR MUYUM?
Yollar unutsa izleri,
Ben seni unutur muyum?
Akarsular denizleri;
Ben seni unutur muyum?

Unutsa gündüz geceyi,
Saz nağmeyi, söz heceyi,
Geçmiş zaman geleceği;
Ben seni unutur muyum?

Çocuk bıraksa oyunu,
Çoban kavalı, koyunu
Çöller unutsa Mecnun’u;
Ben seni unutur muyum?

Gözler bıraksa uykuyu,
Beyni terk etse beş duyu,
Yusuf’u unutsa kuyu;
Ben seni unutur muyum?

Gönül bıraksa sevmeyi,
Akıl ilmi, düşünceyi,
Her şey unutsa her şeyi…
Ben seni unutur muyum?
Lâtif MAHMAT

24 Mayıs 2007 Perşembe

BİRAZ GÜLELİM


DOKTOR BENİM

Şoför çarptığı yayayı teselli eder :

-Şansınız varmış, size çarptığım yer tam doktorun karşısı.

Yerdeki inleyerek cevaplar :

-İşte o doktor benim.

BOŞANMIŞ BARBIE

Adam kızına Barbie almak ister ve bir oyuncakçıya girer.

- "Vitrindeki Barbie bebek kaç para ?" diye sorar.

Satıcı- "Hangisi beyim ?" ve devam eder:- "Barbie spora gidiyor 19.95 TL, Barbie alışverişte 19.95 TL, Barbie diskoda 19.95 TL, Barbie plajda 19.95 TL, Barbie boşandı 265 TL."

Adam şaşırır.- "Neden hepsi 19.95 de, boşanmış olan 265 TL ?"

Satıcı cevaplar:- "Çok basit boşanmış Barbie ile birlikte; Ken'in evini, arabasını, mobilyalarını da alıyorsunuz."

ELEKTRiK SÜPÜRGESİ

Elektrik süpürgesi satıcısı, bir apartman dairesinin kapısını çalmış, kapıyı açan bayana

- "Hanımefendi, bu elimde görmüş olduğunuz kovanın içinde at pisliği var!" demiş ve bu bir kova pisliği evin içine doğru savurarak döküvermiş.Sonra da- "Hanımefendi, elimdeki elektrik süpürgesi ile 10 dakika içinde bunu temizleyemezsem, bu pisliği yiyeceğim..!"

Kadın satıcıya şöyle bir bakmış:

- "Beyefendi, üstüne domates sosu da ister misiniz?Elektrikler kesik de ....! "

21 Mayıs 2007 Pazartesi

KAZ YOLMA OPERASYONU




Çok soğuk bir kış günü padişah, kıyafet değiştirip gezmeye karar verir. Yanına baş vezirini de alarak yola çıkar. Az sonra bir derenin kenarına varırlar. Dere kenarında kan ter içinde çalışan bir ihtiyar görürüler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek temizlemektedir.Kıyafet değiştiren Padişah ihtiyari selamlar.
-" Selamün aleyküm ey piri fani."
-" Aleykümselam ey Serdar-ı Cihan".
Padişah sorar:-" Altılarda ne yaptın ?"
-"Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor sultanım." diye cevap verir yaşlı adam. Padişah gene sorar:
-" Geceleri de mi kalkmadın ?"
-" Kalktık kalkmasına amma, ellere yaradı." der ihtiyar.Padişah bu cevaba güler.
-" Peki bir kaz göndersem yolar mısın ?"
-" Elbette sultanım. Hem de hiç ciyaklatmadan."
Padişahla baş vezir adamın yanından ayrılıp yola koyulurlar. Sultan vezirine döner.
-" Ne konuştuğumuzu anladın mı Vezir?" diye sorar.-" Hayır padişahım" şeklinde cevap alınca Padişah sinirlenir.
-" Bak vezir bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan tiz kelleni alırım." der.Korkuya kapılan baş vezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra kafadan olma telaşıyla dere kenarına koşar. İhtiyar adamı hala orada çalışıyor görünce derince bir oh çeker. Nefes nefese vezir.
-" Ne konuştunuz siz padişahla" diye sorar. Hem merak hem de telaşla. Adam, baş veziri şöyle bir süzer.-" Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim." der sonra da. Vezir eli mahkum yüz altını verir.
"Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Oysa ki kıyafetini değiştirmiş idi. Nereden anladın padişah olduğunu."
-" Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi" diye cevaplar soruyu keseyi keyifle kuşağına yerleştirirken. Vezir şaşkın bir halde bu kez de:
-" Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor da ne demek." diye sorar. Adam ikinci keseye uzatırken elini:
-" Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sormuştu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz" dedim.Vezir bir soru daha sordu yüzlüğü peşin peşin uzatırken ihtiyara.
-" Geceleri kalkmadın mı ne demek oluyor pekala?"-" Çocukların yok mu?" diye sordu. Var, ama evlatlarımın hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, diye cevapladım."Bu gizemli konuşma sırasında hayretten hayrete düşen vezir son bir soru sormaya yeltenir;
-"Her şeyi anladım da 'kaz gönderirsem yolar mısın?' dedi ya Padişah, o kaldı aklımda. "Peki onun anlamı neydi, çok merak ettim?" der.İhtiyar muzip muzip güler.
-"Onu da sen bul..."

18 Mayıs 2007 Cuma

HAYATIN ANLAMI


Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı. Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş. Ama aldığı cevaplarda ona yetmemiş.Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş. Dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş.Köy, kasaba, ülke dolaşmış. Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona “Şu karşıdaki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yasar! İstersen ona git. Belki o sana aradığın cevabı verebilir." demişler.

Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş. Bilge, “Sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor” demiş.Adam kabul etmiş. Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içini de zeytinyağı ile doldurmuş. “Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel. Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin, eğer bir damla eksilirse kaybedersin...”Adam, gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş.

Bilge bakmış, “Evet” demiş “Kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı ?”Adam şaşkın. “Ama” demiş, “Ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki...” “Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel” demiş bilge.Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler büyülenmiş. Çünkü muhteşem bir bahçedeymiş.Geri geldiğinde bilge, adama “Bahçe nasıldı ?” diye sormuş. Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış. Bilge gülümsemiş, ama kaşıkta hiç yağ kalmamış demiş ve eklemiş :
"Hayat senin bakışınla anlam kazanır ya sadece bir noktayı görürsün hayatın akıp gider sen farkına varmazsın. Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır... "

"Hayatının anlamı senin bakışlarında gizlidir"

15 Mayıs 2007 Salı

ANTİKACI


Genç adam, antika merakı sebebiyle Anadolu’nun en ücra köşelerini dolaşıyor ve gözüne kestirdiği malları yok pahasına satın alarak yolunu buluyordu. Kış kıyamet demeden sürdürdüğü seyahatler sırasında başına gelmeyen kalmamış gibiydi. Fakat bu seferki hepsinden farklı görünüyordu. Yolları kapatan kar yüzünden arabasını terk etmiş ve yoğun tipi altında donmak üzereyken, bir ihtiyar tarafından bulunup onun kulübesine davet edilmişti. Yaşlı adam, antikacının yürümesine yardım ederken:
“Günlerdir hasta olduğumdan, odun kesmek için ilk defa dışarıya çıktım” dedi. “Meğer seni bulmak için iyileşmişim.”Diz boyuna varan karla boğuşup kulübeye geldiklerinde, antikacının beyaz göre göre donuklaşan gözleri faltaşı gibi açıldı. Odanın orta yerindeki kuzinenin etrafını saran iki-üç iskemle, onun şimdiye kadar gördüğü en güzel antikalar olmalıydı. Saatlerdir kar içinde kalan vücudu bir anda ısınmış, buzları bir türlü çözülmeyen patlıcan moru suratını ateşler kaplamıştı. Yaşlı adam, misafirini yatırmak için acele ediyordu. Ona birkaç lokma ikram edip sedirdeki yatağını hazırlarken:“Bugün soba yakamadım evladım” dedi. “Ama bu yorganlar seni ısıtacaktır.”
Ev sahibi, yıllar önce vefat eden eşiyle paylaştıkları odaya geçerken, antikacı da tiftikten örülen battaniyelerin arasına gömüldü. Ancak bütün yorgunluğuna rağmen bir türlü uyuyamıyordu. Ertesi gün gitmeden önce ne yapıp yapıp o iskemleleri almalı, bunun için de iyi bir senaryo uydurmalıydı. Mesela, hayatını kurtarmasına karşılık ihtiyara birkaç koltuk satın alabilir ve eskimiş olduğu bahanesiyle dışarıya çıkarttığı iskemleleri çaktırmadan minibüsün arkasına atabilirdi. Hatta onları kaptığı gibi kaçmak bile mümkündü. Yürümeye dahi mecali olmayan ihtiyar, sanki onun peşinden koşacak mıydı?Genç adam, kafasındaki fikirleri olgunlaştırmaya çalışırken dalıp dalıp gidiyor ve rüzgarın sesiyle uyandığı zamanlar, kaldığı yerden devam ediyordu.
Bu arada yaşlı adamın sabah namazına kalktığını fark etmiş, hatta hayal-meyal olsa bile odun parçaladığını duymuştu. Gözlerini açtığında, onun kuzine üzerinde çorba pişirdiğini gördü. Yattığı yerden, başına gelenleri düşünürken, iskemleleri hatırladı. Hafifçe doğrulup çevresine baktı: Aman Allah’ım…! Antikalardan hiçbiri ortada yoktu.İhtiyar kurt, akşamki planı hissetmiş ve belki de uykudaki konuşmasını duyarak onları emir bir yere kaldırmıştı.
Sakin görünmeye çalışarak:“İliğim kemiğim ısınmış” dedi. “Çorbanız da güzel koktu doğrusu. Ama akşamki iskemleleri göremiyorum.”Yaşlı adam, odanın köşesine yığdığı iskemle parçalarından birini daha sobaya atarken:
“İskemle dediğin dünya malı be evladım” dedi, “Biz misafirimizi üşütür müyüz?”

14 Mayıs 2007 Pazartesi

ÇATLAK KOVA

ÇATLAK KOVA
Memleketin birinde, bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilirmiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş.
"Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum."
"Neden?..." diye sormuş sucu. "Niye utanç duyuyorsun?..." Kova cevap vermiş.
"Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için tasıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolay isen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun." Sucu söyle demiş.

"Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum."Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş. Sucu kovaya sormuş. "Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi? Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı."

Hepimizin kendimize özgü kusurları vardır. Hepimiz aslında çatlak kovalarız. Allah’ın büyük planında hiçbir şey ziyan edilmez. Kusurlarınızdan korkmayın. Onları sahiplenin. Kusurlarınızda gerçek gücünüzü bulduğunuzu bilirseniz eğer, siz de güzelliklere sebep olabilirsiniz.

11 Mayıs 2007 Cuma

ANNELERİMİZ




1 yaşınızdayken sizi elleriyle besledi ve yıkadı.Bütün gece ağlayıp onu uyutmayarak teşekkür etiniz.
3 yaşınızdayken size özenle yemekler hazırladı .Tabağınızı masanın altına dökerek teşekkür ettiniz.
4 yaşınızdayken elinize rengarenk kalemler tutuşturdu. Evin bütün duvarlarına resim yaparak teşekkür ettiniz .
6 yaşınızdayken okula kadar sizinle yürüdü. Sokaklarda "GITMIYCEEEEEEEM"diye ağlayarak teşekkür ettiniz.
7 yaşınızdayken size bir top hediye etti. Komşunun camini kırarak teşekkür ettiniz.
11 yaşınızdayken sizi arkadaşınızla sinemaya götürdü. "Sen bizimle oturma" diyerek teşekkür ettiniz.
12 yaşınızdayken zararlı TV programlarını seyretmenizi istemedi. O evde değilken hepsini izleyerek teşekkür ettiniz.
21 yaşınızdayken iş hayati ve kariyerinizle ilgili size fikir vermek istedi. "Ben senin gibi olmuyacağım" diyerek teşekkür ettiniz.
25 yaşınızdayken düğün masraflarınızı karşıladı, sizin için hem mutlu oldu hem çok duygulandı. Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz.
30 yaşınızdayken bebek bakimi hakkında size akil vermek istedi. "Artık bu ilkel yöntemleri bırak."diyerek teşekkür ettiniz.
50 yaşınızdayken o çok hastalandı, hafta sonunda onu görmeye gittiğinizde mutlu oldu. Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek ve ona huzur evi arayarak teşekkür ettiniz.
Derken bir gün............ O ÖLDÜ
O güne kadar onun için yapmadığınız ne varsa, o anda kalbinize bir yıldırım gibi düştü....
EĞER HALA SİZİNLEYSE, ŞİMDİ ONU HER ZAMANKİNDEN DAHA COK SEVİN
VE ONU HİÇ İNCİTMEYİN.

9 Mayıs 2007 Çarşamba

ANNELER GÜNÜ


ANNEME

Anne girdin düşüme.

Yorganın olsun duam;

Mezarında üşüme.


Anlamam, anlatamam.

Düşen düştü peşime,

Artık vadeler tamam... N. F. KISAKÜREK

ANNELER GÜNÜ


ANNECİĞİM
Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim!

Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Gecenin ardında yine gece var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!

Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış, çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim!... N. F. KISAKÜREK

7 Mayıs 2007 Pazartesi

TARİF


Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa:"Buraların yabancısıyım." demiş. "Parkın hemen yanıbaşındaki fırını arıyorum. Çok yakın olduğunu söylediler."
Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:"Ben de buraya ilk defa geliyorum." demiş, "Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde."Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez."Çocuk:"Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duyuyor musunuz?" diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.""İyi ama" demiş adam, "Bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malum?""Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez." diye atılmış çocuk, "Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız."
Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kağıt para çıkartıp teşekkür ederken fark etmiş onun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini fark ettiğini.Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:"Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim." demiş, "Görmeyi o kadar çok özledim ki ! Sizinkiler sağlam öyle değil mi?"
Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:"Artık emin değilim" demiş, "Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür."

2 Mayıs 2007 Çarşamba

ÇEVREMİZ


Bir büro elemanının yılda 81 kilo yüksek vasıflı kağıdı çöpe attığını, BİLİYOR MUSUNUZ?

İnsanların birbirine gönderdiği kağıtların %44'ünün okunmadığını ve bir insanın ömrünün 8 ayını gereksiz yazışma zarflarını açarak geçirdiğini...

Bir kağıdın 5 kez yeniden kullanılabileceğini...
70 kilo atık kağıdın bir ağaç kurtardığını, BİLİYOR MUSUNUZ?

Atık kağıdın ağaç yerine kullanılmasıyla; %25-70 Enerji Tasarrufu, %60 Hava Kirliliğinde Azalma, %40 Su Kirliliğinde Azalma vs. sağladığını...
Bir büyük kayın ağacının 72 kişinin günlük oksijen ihtiyacını karşıladığını...

Bir cam şişenin doğada 4000 yıl, plastiğin 1000 yıl, bir teneke kutunun 10-100 yıl, sigara filtresinin 2 yıl süreyle yok olmadığını...

BİLİYOR MUSUNUZ???

İSRAF ETMEMEK, KAZANMAKTIR.UNUTMAYIN, DÜNYA EMANETİNE SAHİP ÇIKALIM...


1 Mayıs 2007 Salı

Kişilik Dersi


Sınıf, öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert görünümlü hoca kapıda beliriyor. İçeriye kızgın bir bakış atıp kürsüye geçiyor. Tebeşirle tahtaya kocaman bir(1) rakamı çiziyor. ‘’Bakın’’ diyor."Bu kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey…" Sonra (1)’in yanına bir (0) koyuyor:"Bu başarıdır. Başarılı bir kişilik (1)’i (10) yapar." Bir (0) daha… "Bu tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz."
Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor: Yetenek… disiplin… sevgi. Eklenen her yeni (0)’ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor hoca… Sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1)’i siliyor. Geriye bir sürü
sıfır kalıyor ve hoca yorumu patlatıyor: ‘’Kişilik yoksa, öbürleri hiçtir.’’

30 Nisan 2007 Pazartesi

Kolay Öğrenmenin Yolları


1.Yeni öğrendiklerinizi not alın.
2.Okurken kelimelerin altını çizin.
3.Özet çıkarın.
4.Özetten yararlanarak şema çıkarın.
5.Konunun sonuna, daha başına bakmadan şöyle bir göz atın.
6.Temel fikri yakalamaya çalışın.
7.Yapılacak işleri listeleyin.
8.İşe en kolay yerden başlayın.
9.Kendinizi kötü hissettiğiniz zaman, size değer veren biriyle konuşun.
10.Gerçek ve gerçekçi olan hızlı okuma, araştırmadan önceki hızı,araştırmadan sonra 3-4-5 katına çıkartabilir. Bu, kişinin özel yeteneğine bağlıdır.
11.Okurken dudak kıpırdatıyorsanız, dişlerinizin arasına bir kalem tutuşturun.

26 Nisan 2007 Perşembe

Sözün Özü


Aşk mücadelesi değil, mücadele aşkı içinde ol...

25 Nisan 2007 Çarşamba

Sözün Özü

Çok neşeli anınızda kimseye vaat etmeyin.Çok öfkeli anınızda kimseye cevap vermeyin...

Rüzgar seni fısıldar, yapraklar seni
Haber verir taşlar, topraklar seni
Sular ki senden ilhamdır yeryüzüne
Varlık renk renk, çizgi çizgi saklar seni.

22 Nisan 2007 Pazar

TEK ŞEY




Bildiğim tek şey bilmediğim,

Bilmediğim tek şey bildiğim,

Tek bildiğim şey bilmediğim,

Tek bilmediğim şey bildiğim.

20 Nisan 2007 Cuma

SEN VARSIN

Gönül tezgahında şiir dokudum.
İplik iplik nakışında sen varsın.
Aşk yolunun kanununu okudum
Madde madde yokuşunda sen varsın...
Fikir vadisinden bir ırmak geçer,
Eğilir selviler suyundan içer,
Bağrında ay doğar, zambaklar açar,
Sessiz sessiz akışında sen varsın...
Öz suyusun hayat denen şişenin,
Nedenisin keder ile neşenin.
Sevda cephesinde şehit düşenin,
Donuk donuk bakışında sen varsın...
Hep senin renginde görünür bahar,
Yaprakta yeşilin, gülde kokun var.
Yama yama kalbimdeki yaralar,
Sıra sıra dikişinde sen varsın...
Gidip de yorulma çok uzaklara.
Sen; seni gel benim içimde ara...
Umut güneşimin mor bulutlara,
Girip girip çıkışında sen varsın... ABDURRAHİM KARAKOÇ

17 Nisan 2007 Salı

ÖNEMLİDİR...

1) Verdiğin sözü tut.
2) Olman gerektiği yerde, olman gerektiği saatte ol.
3) Kendine ve çalıştığın ortama saygılı davran.
4) Yetkililerle gereksiz diyaloglara girme.
5) Çalıştığın her işten birşeyler öğren.
6) Temiz, bakımlı ve güleryüzlü ol.
7) İşini herkesten daha iyi yapmaya çalış.
8) Hizmet bekleme, hizmet ver.
9) Kimseyle lâubali olma.
11) Gıybetten ve dedikodudan katiyetle uzak dur
12) Kötü organizasyonlara girme.
13) İşine uykusuz ve yorgun gelme.
14) Hasta olmamak için tedbir al. Kendini iyi hissetmiyorsan tedavi için hemen harekete geç.
15) Cep telefonuna hâkim ol.
16) Problemleri artırmaya yönelik değil, çözmeye yönelik tavır takın.
17) Aranan kişi ol ki, aradığını bulasın.