30 Nisan 2007 Pazartesi

Kolay Öğrenmenin Yolları


1.Yeni öğrendiklerinizi not alın.
2.Okurken kelimelerin altını çizin.
3.Özet çıkarın.
4.Özetten yararlanarak şema çıkarın.
5.Konunun sonuna, daha başına bakmadan şöyle bir göz atın.
6.Temel fikri yakalamaya çalışın.
7.Yapılacak işleri listeleyin.
8.İşe en kolay yerden başlayın.
9.Kendinizi kötü hissettiğiniz zaman, size değer veren biriyle konuşun.
10.Gerçek ve gerçekçi olan hızlı okuma, araştırmadan önceki hızı,araştırmadan sonra 3-4-5 katına çıkartabilir. Bu, kişinin özel yeteneğine bağlıdır.
11.Okurken dudak kıpırdatıyorsanız, dişlerinizin arasına bir kalem tutuşturun.

26 Nisan 2007 Perşembe

Sözün Özü


Aşk mücadelesi değil, mücadele aşkı içinde ol...

25 Nisan 2007 Çarşamba

Sözün Özü

Çok neşeli anınızda kimseye vaat etmeyin.Çok öfkeli anınızda kimseye cevap vermeyin...

Rüzgar seni fısıldar, yapraklar seni
Haber verir taşlar, topraklar seni
Sular ki senden ilhamdır yeryüzüne
Varlık renk renk, çizgi çizgi saklar seni.

22 Nisan 2007 Pazar

TEK ŞEY




Bildiğim tek şey bilmediğim,

Bilmediğim tek şey bildiğim,

Tek bildiğim şey bilmediğim,

Tek bilmediğim şey bildiğim.

20 Nisan 2007 Cuma

SEN VARSIN

Gönül tezgahında şiir dokudum.
İplik iplik nakışında sen varsın.
Aşk yolunun kanununu okudum
Madde madde yokuşunda sen varsın...
Fikir vadisinden bir ırmak geçer,
Eğilir selviler suyundan içer,
Bağrında ay doğar, zambaklar açar,
Sessiz sessiz akışında sen varsın...
Öz suyusun hayat denen şişenin,
Nedenisin keder ile neşenin.
Sevda cephesinde şehit düşenin,
Donuk donuk bakışında sen varsın...
Hep senin renginde görünür bahar,
Yaprakta yeşilin, gülde kokun var.
Yama yama kalbimdeki yaralar,
Sıra sıra dikişinde sen varsın...
Gidip de yorulma çok uzaklara.
Sen; seni gel benim içimde ara...
Umut güneşimin mor bulutlara,
Girip girip çıkışında sen varsın... ABDURRAHİM KARAKOÇ

17 Nisan 2007 Salı

ÖNEMLİDİR...

1) Verdiğin sözü tut.
2) Olman gerektiği yerde, olman gerektiği saatte ol.
3) Kendine ve çalıştığın ortama saygılı davran.
4) Yetkililerle gereksiz diyaloglara girme.
5) Çalıştığın her işten birşeyler öğren.
6) Temiz, bakımlı ve güleryüzlü ol.
7) İşini herkesten daha iyi yapmaya çalış.
8) Hizmet bekleme, hizmet ver.
9) Kimseyle lâubali olma.
11) Gıybetten ve dedikodudan katiyetle uzak dur
12) Kötü organizasyonlara girme.
13) İşine uykusuz ve yorgun gelme.
14) Hasta olmamak için tedbir al. Kendini iyi hissetmiyorsan tedavi için hemen harekete geç.
15) Cep telefonuna hâkim ol.
16) Problemleri artırmaya yönelik değil, çözmeye yönelik tavır takın.
17) Aranan kişi ol ki, aradığını bulasın.

16 Nisan 2007 Pazartesi




14 Nisan 2007 Cumartesi

BİR HİKAYE


Profesör öğrencilerine “stres yönetimi” konusunda ders veriyordu. Su dolu bir bardağı kaldırıp:
"Sizce bu su dolu bardağın ağırlığı ne kadardır ?" diye sordu.
Cevaplar; 200 gr ile 400 gr arasında değişti. Bunun üzerine profesör şöyle dedi: ‘’Gerçek ağırlık fark etmez. Fakat durum, bardağı elinizde ne kadar süreyle tuttuğunuza göre değişir. Eğer, bir dakikalığına tutarsam, sağ kolumda bir ağrı oluşacaktır. Eğer bir gün boyunca tutarsam, ambulans çağırmak zorunda kalırsınız. Aslında ağırlık aynıdır ama ne kadar uzun tutarsanız size o kadar ağır gelir.
Eğer sıkıntılarımızı her zaman tartışırsak er ya da geç taşıyamaz duruma geliriz, yükler gittikçe artarak daha ağır gelmeye başlar. Yapmanız gereken bardağı yere bırakıp bir süre dinlemek ve daha sonra tutup tekrar kaldırmaktır. Yükünüzü ara sıra bırakmalı, dinlenip tazelendikten sonra tekrar yolumuza devam etmeliyiz…
İşten eve döndüğümüzde, iş sıkıntınızı dışarıda bırakın. Nasıl olsa, yarın tekrar alıp taşıyabilirsiniz.

12 Nisan 2007 Perşembe

TEDAVİSİ YOK


Aşağıda maddelerle analtılan durumların tedavisi yokmuş:))
01-Kardan Adama Tekme Atma Veya Bozmaya Çalışma
02- Yeni Atılmış Bir Betona Basma Veya İsim, Numara Yazma
03- Gazete ve Dergilerdeki Resimlere Sakal, Bıyık ve Gözlük Yapma
04- En İyi Arabayı Ben Kullanıyorum Zannetme
05- Cep Telefonu Kullanımının Yasak Olduğu Yerlerde İlle de Tel. İle Konuşma
06- Kar Topunun İçine Buz Koymak
07- Kumsalda Deve Güreşi Yapma Hastalığı
08- Şahin Marka Arabayı Doğan Görünümlü Yapma
09- Ağaçlara ve Banklara Kalp ve İsim Baş Harfi Kazıma
10- Dersini Calışıp Sınıfını Geceni İnek Sayma
11- Mesleki Ünvanımızı İngilizce Söyleme
12- Tiki Olanların Tiki İle Kasıtlı Uğraşma
13- Cep Telefonu İle Bağıra Bağıra Konuşma Hastalığı
14- Reklam İcin Asılan Afişleri Yırtma Hastalığı
15- Tuvalet Duvarını Defter Sanma
16- Otobüs Duraklarına " Beni Ara" yazma
17- Ünlü Birini Görünce Ona El Sallama
18- Ünlü Birini Görünce Fotoğraf Çektirip Samimi Havası Verme
19- Yaşamadığımız Bir Olayı Yaşamış Gibi Anlatıp Ona Kendini Bile İnandırma
20- Otobüs Koltuklarını Yırtma ve Üzerlerine Yazı Yazma
21- Kırmızı Işıkta Beklerken Yeşil Işık Yanar Yanmaz Kornaya Basma
22- Trafikte Beklerken Burun Karıştırma
23- Kimsenin Bilgisi Olmayan Bir Konuda İleri Geri Sallama
24- Kar Yağınca Eve Bolce Ekmek Alma
25- Meydana Konan Güvercinlerin Üzerine Koşup Onları Kaçırma
26- Evlilerin Bekarlara Sakın Ha Evlenme Demesi
27- Aynı Filme Giden İnsanların Filmden Çıktıktan Sonra Filmi Birbirlerine Anlatması
28- Eline Silah Gecen Birinin Hemen Silahla Şaka Yapması
29- Arabayla Yolda Giderken Tanıdık Birini Görünce Üzerine Sürme
30- Takım Elbise Giyince Elini Cebine Sokma Hastalığı
31- Takımı Galip Gelince Havaya Silah Sıkma

11 Nisan 2007 Çarşamba

DEDİKODU


Bir kadın komşularından birisi hakkında bir dedikoduyu yayıp duruyordu. Birkaç gün içinde bütün köy bu dedikoduyu duydu. Dedikodunun kurbanı derinden yaralandı ve incindi. Dedikoducu kadın daha sonra yaptığından pişman oldu ve çok üzüldü. Hatasını nasıl tamir edebileceğini sormak için bilgeye gitti.
"Pazara git" dedi bilge. "Bir tavuk al ve onu kestir. Eve dönerken tüylerini yol ve yol boyunca yere at."
Nasihatin garipliğine sasırsa da, denileni yaptı kadın.
Ertesi gün bilge bu defa şu tavsiyede bulundu: "Şimdi git ve dün attığın bütün o tüyleri topla ve bana getir."
Kadın aynı yolu izledi, ama umutsuzluk ve korku içinde gördü ki, rüzgar bütün tüyleri uçurup götürmüştü. Saatler süren arayışın sonunda elinde sadece birkaç tüyle dönebildi.
"Görüyorsun" dedi yaşlı bilge. "Onları yere atmak mümkün, ama geri toplamak imkansız. Dedikodu da öyle. Dedikodu yapmak ne kadar kolaysa, dedikoduyla işlediğin hatayı telafi etmen de o kadar zordur.."

10 Nisan 2007 Salı

9 Nisan 2007 Pazartesi

OSMAN EFENDİ



Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç
alır geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır.
Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman
Efendinin baş ağrısı artarak sürer. Üstüne üstlük baş ağrısı yanı
sıra gözleri de yaşarmaya baslar. Başka doktorlar çağrılır... Osman
Efendi Uşak'ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat
eder. Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de
bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri
uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul'a götürmeye karar verirler.
İstanbul'da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin
tomografileri çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa Osman
Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlasan baş ağrısı ve
gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir. Ağrı kesici iğnelerle
zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına
götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zurih'e gidilir.
Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar,
testler tekrarlanır.
Sonuç:
Osman Efendiye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan
Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir, altmışlarını suren
adamın ülkesine dönüp "dinlenmesi", daha doğrusu son günlerini
evinde geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile
perişan. "Kader" denilir, Uşak'a dönülür. Osman Efendi yayla evinde
bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.
Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendinin eski berberi
Berber Mehmet çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi
tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini
söyler. Berber Mehmet bir an düşünür. ?Beyim? der, ?Sakin sizin
burnunuzda kıl "dönmüş olmasın" Bir bakar, Hah işte der "Kıl
dönmüş." Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın
çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman
Efendinin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet,
Osman Efendinin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi
santimlik kılla kapı dışarı edilir. Osman Efendinin kanayan burnuna
pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar
yatağına yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa
rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş
ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe
uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman
keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına
gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet'i
çağırtır ve ona bir servet bağışlar.

BU YAZIDAN ÇIKARTILACAK SONUÇLAR :

1. Bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olur.

2. Burnundan kıl aldırtmayanların başı çok ağrıyabilir.

6 Nisan 2007 Cuma

NEDEN? NEDEN? NEDEN? ÇOCUKÇA SORULAR


**Yüzmek zayıflatıyorsa balinalar neyi yanlış yapıyorlar?
**Mısır yağı mısırdan, ayçiçek yağı ayçiçeğinden elde ediliyorsa; bebek yağı nereden elde edilmektedir?
**Süper yapıştırıcı her şeyi yapıştırdığı halde niçin içinde bulunduğu tüpün iç kısımlarını yapıştırmamaktadır?
**Niçin falcıya gitmeden evvel randevu almak gereklidir? Geleceğimizi bilemez mi?
**Niçin "tek heceli" kelimesi diyebilmek için dört hece kullanmaktayız?
**Neden insanlar "gökyüzünde 400 milyon yıldız var" denildiğinde inandıkları halde, "yeni boyalı" yazan yüzeyi elleriyle yoklarlar?
**Niçin limonlu gazozların içerisinde bir sürü suni tatlandırıcı varken bulaşık deterjanında gerçek limon suyu kullanılmaktadır?
**Niçin fare kokulu kedi maması yok?
**Teflona hiçbir şey yapışmadığı halde teflon denen nevale tavaya nasıl yapışmıştır?
**Niçin uçaklarda paraşüt yerine can yeleği vardır?
**Eğer uçağın karakutusu kaza anında parçalanmıyorsa neden bütün uçak bu kutunun üretildiği maddeden yapılmamaktadır?

5 Nisan 2007 Perşembe

EDEBİYATTAN GÜLÜMSEMELER


SIR SAKLAMAK
Yavuz Sultan Selim, bir çok Osmanlı Padişahı gibi devletin selameti için sefer hazırlıklarını gizli tutarmış. Bir keresinde vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona:
- Sen sır saklamasını bilir misin? diye sormuş.
Vezir, Yavuz’dan cevap alacağı ümidiyle:
-Evet hünkarım, bilirim dediğinde, Sultan Yavuz cevabı yapıştırmış:
-Ben de bilirim.
NE ALIRSINIZ ?
Çok şişman olan Yahya Kemâl, bir yokuşun sonundaki lokantanın önünde dinlenirken, içeriden çıkan garson:
-Buyurun beyim, diye atılmış. Ne alırsınız?
Yahya Kemâl, tebessüm edip:
-Evlât, demiş. Müsaade edersen biraz nefes alacağım.


GÖNÜLSÜZ GÖNÜL
Abdülhak Hâmid’ in evindeki sohbette, konu gençlik ve ihtiyarlıktan açılır. Yaşı geçmiş bir hanım, Abdülhak Hamid’ e döner ve:
-Efendim, gönül kocamaz! der.
Hamid cevap verir:
-Kocamaz ama, kocamış bir vücut içinde oturmak da istemez.

ÇIKMAYAN MANA
Mehmet Akif, Baytar Mektebi’nde müdür muavini olarak çalıştığı bir dönemde, muhasebeden gelen bir yazıyı anlayamaz. Yazıyı kaleme alan Salih Efendi’yi aratarak yazıda ne demek istediğini sorar:.:
-“ Salih Efendi İki türlü mana çıksın diye böyle yazdık efendim” cevabını verince, Akif dayanamaz ve:
-Hayret doğrusu, der. Biz birini bile çıkartamadık da.

AKŞAM YEMEĞİ
Yahya Kemâl, dostlarından birine:
-Bu akşam yemeği benimle yer misin? Diye sorunca, arkadaşı:
-Hay hay! Der. Çok memnun olurum. Hiçbir mazeretim yok!
Yahya Kemal gülümseyerek karşılık verir:
-İyi öyleyse, bu akşam size geliyorum.

FİKİR YAKALAMAK
Şahabettin Süleyman, bir gün Ahmet Haşim’ e:
-Üç günden beri zihnimde önemli bir fikir saklıyorum, dediğinde, Ahmet Haşim, onun fikir üretmedeki kısırlığını ima ederek şöyle demiş:
-Günahtır yahu, salıver gitsin şu fikri. Zavallıcık günlerden beri tek başına kim bilir ne kadar sıkılmıştır?

UYKU KARDEŞLİĞİ
Mevlana Hazretleri, talebelerinin biriyle yürürken, yol kenarında birkaç köpeğin sarmaş dolaş uyuduklarını görürler.
Yanındaki talebesi:
-Güzel bir kardeşlik örneği, der. Keşke insanlar da bundan ibret alsa.
Mevlana, tebessüm ederek karşılık verir:
-Aralarına bir kemik atıver de, gör kardeşliklerini.


YIKA DA GETİR
Süleyman Nazif ve Abdülhak Şinasi birlikte yemek yerken, Şinasi garsonu çağırır ve su ister. Şinasi’nin kirden ve mikroptan eldivenle el sıkacak derecede korktuğunu bilen Süleyman Nazif garsona seslenmeden edemez:
-Oğlum, beyefendinin suyunu yıka da öyle getir.

SUSTURUCU TEDAVİ
Zamane gençlerinden biri,bir toplantıda Akif’i küçük düşürmeye çalışıp:
- Siz baytardınız, değil mi? Demiş.
Akif, istifini bozmadan şu cevabı vermiş:
- Evet,bir yeriniz mi ağrıyordu?

TEK HECE

Var mı beni içinizde tanıyan?

Yaşanmadan çözülmeyen sır benim.

Kalmasa da şöhretimi duymayan,

Kimliğimi tarif etmek zor benim...


Bülbül benim lisanımla ötüştü.

Bir gül için can evinden tutuştu.

Yüreğine Toroslar'dan çığ düştü.

Yangınımı söndürmedi kar benim...


Niceler sultandı, kraldı, şahtı.

Benimle değişti talihi bahtı,

Yerle bir eylerim taç ile tahtı,

Akıl almaz hünerlerim var benim...


Kamil iken cahil ettim alimi,

Vahşi iken yahşi ettim zalimi,

Yavuz iken zebun ettim Selim'i,

Her oyunu bozan gizli zor benim...


Yeryüzünde ben ürettim veremi.

Lokman Hekim bulamadı çaremi.

Aslı için kül eyledim Kerem'i.

İbrahim'in atıldığı kor benim...


Sebep bazı Leyla, bazı Şirin'di.

Hat'rım için yüce dağlar delindi.

Bilek gücüm Ferhat ile bilindi.

Kuvvet benim, kudret benim, fer benim...


İlahimle Mevlana'yı döndürdüm.

Yunus'umla öfkeleri dindirdim.

Günahımla çok ocaklar söndürdüm.

Mevla'danım, hayır benim, şer benim...


Benim için yaratıldı Muhammet,

Benim için yağdırıldı o rahmet,

Evliyanın sözündeki muhabbet,

Enbiyanın yüzündeki nur benim...


Kimsesizim hısmım da yok, hasmım da,

Görünmezim cismim de yok, resmim de,

Dil üzmezim, tek hece var ismimde,

Barınağım gönül denen yer benim... CEMAL SAFİ

4 Nisan 2007 Çarşamba

BİR GÜLÜMSEME


Genç kız üzgün görünen yabancıya gülümsedi. Adam kendini daha iyi hissetti. Geçmişte bir arkadaşının yaptığı bir iyiliği hatırladı ve ona bir teşekkür mektubu yazdı. Bu mektup arkadaşının öyle hoşuna gitti ki yemek yediği lokantada iyi bir bahşiş verdi. Bu bahsisin miktarına şaşıran garson, paranın bir kısmını yolda gördüğü fakire verdi. Fakir adam çok sevindi çünkü iki gündür ağzına bir lokma koymamıştı. Yemeği bittikten sonra kaldığı izbe odaya gitmek üzere yola koyuldu. Yolda soğuktan titreyen bir köpek yavrusuna rastladı ve onu alp eve götürdü. Soğuktan kurtulup başını sokacak yer bulduğu için köpekçik çok mutluydu.
Gece evde yangın çıktı.Köpek yavrusu havlamaya başladı. Bütün ev halkını uyandırana dek havladı ve böylece bütün ev halkı kurtuldu. Kurtulan çocuklardan birisi büyüdü ve büyük bir işadamı oldu.
Bunların olmasını sağlayan ise bir kurusa bile mal olmayan masum, sıcak ve içten bir 'GÜLÜMSEME' idi

3 Nisan 2007 Salı

BİZİM TEMEL


Temel Laz olduğu için kendinden nefret ediyormuş. Amerikaya gitmiş ve birçok ameliyattan sonra burnunu düzelttirmiş, iyi şekilde ingilizce öğrenmiş ve meşhur bir piyanist olmuş.

Birgün büyük bir topluluğa konser verdikten sonra seyircileri selamlarken ön taraftan bir ses duymuş:

-Helal sana hemşerum, çok iyi çalayusun da!

Temel: - Benim Laz olduğumu nereden anladın yahu. Halbuki lazlara benzememek için bir sürü ameliyat oldum.

- Nasıl anlamayayım, demiş adam. Bütün piyanistler otururken sandalyeyi kendilerine çekerler, sen ise sandalyeye oturup piyanoyu kendine çekeyusun da!!!!!!

güzel görüntüler


ASIL FAKİRLİK


Günlerden bir gün bir baba ve zengin ailesi oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.
Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu,
"insanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"
"Evet!"
"Ne öğrendin peki?"
Oğlu cevap verdi,
"Şunu gördüm: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."
Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi,

"Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!"

FIKRA

Tiyatroda, ünlü oyuncu rolü gereği uşaklarınabağırır.
-Atımı getirin!
O sırada münasebetsiz bir seyirci:
"Eşek olsa olmaz mı?
diye seslenir. Oyuncu hiç istifini bozmaz:
-Hay hay! Buyrun

MEVLANA'DAN


LOKMAN VE KÖLELER
Lokman efendisinin yanındayken diğer köleler tarafından oldukça kıskanılıyordu. Bir gün efendisi kölelerini bağa meyve toplayıp getirmeleri için gönderdi. Köleler topladıkları meyveleri yolda gelirken yiyip bitirdiler ve gelip efendilerine:

- "Bütün meyveleri Lokman yedi." dediler.
Efendisi Lokman'a kızdı. Lokman efendisinin kızgınlığının sebebini araştırıp anlayınca:
- "Efendim, dedi. Hepimize sıcak su içir ovaya inelim sen atlı olarak biz de yaya olarak koşalım. O zaman gerçek ortaya çıkacak." dedi.
Efendisi Lokman'ın dediğini yaptı. Büyük sahrada koşup yorulan köleler yediklerini kusmaya başladılar. Böylece kimin yalancı olduğu ortaya çıktı.


Nevzat EKİCİ
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

2 Nisan 2007 Pazartesi

BİLİN BAKALIM

Yavuz Sultan Selim Han'ın yazmış olduğu bu şiirin mana yönü çok mükemmeldir. Fakat mısra olarak da anlatılmak istenen bir güzellik, bir sır vardır.Bakalım şiire gönül vermiş kardeşlerimiz bu güzelliği, bu sırrı bulabilecekler mi?

Sanma şahım, herkesi sen sadıkane yar olur
Herkesi sen, dostum mu sandın, belki ol
ağyar olur
Sadıkane, belki ol, alemde didar olur
Yar olur, ağyar olur, didar olur, serdar olur.

(Yavuz Sultan Selim Han)



BALON
Küçük çocuk, baloncuyu büyülenmiş gibi takip ederken, şaşkınlığını gizleyemiyordu. Onu hayrete düşüren şey, "Bizim eve bile sığmaz" dediği o güzelim balonların adamı nasıl havaya kaldırmadığı idi.

Baloncu dinlenmek için durakladığında o da duruyor ve sonra yine takibe koyuluyordu. Bir ara adamın kendisine baktığını fark ederek ona doğru yaklaştı ve bütün cesaretini toplayarak:
-Baloncu amca, dedi. Biliyor musun benim hiç balonum olmadı. Adam çocuğu söyle bir süzdükten sonra: -Paran var mı? diye sordu. sen onu söyle. -Bayramda vardı, diye atıldı çocuk, önümüzdeki bayram yine olacak.
-Öyleyse bayramda gel, dedi adam. Acelem yok, ben beklerim. Çocuk sessizce geri döndü. O ana kadar balonlardan ayırmadığı gözleri dolu dolu olmuş, yürümeye bile mecali kalmamıştı. Bir kaç adım attıktan sonra elinde olmadan tekrar onlara baktığında, gördüklerine inanamadı.
Balonlar, her nasılsa adamın elinden kurtulmuş ve yol kenarındaki büyük bir akasya ağacının dallarına takılmıştı. Çocuk, olup bitenleri büyük bir merakla takip ederken, baloncu ona doğru dönerek:
-Küçük, diye seslendi. Balonları ağaçtan kurtarırsan birini sana veririm. Yapılan teklif, yavrucağın aklını başından almıştı. Koşarak ağacın altına doğru yöneldi ve ayakkabılarını aceleyle fırlatıp tırmanmaya başladı. Hedefine adım adım yaklaşırken duyduğu heyecan, bacaklarını kanatan akasya dikenlerinin acısını hissettirmiyordu. Sincap çevikliğiyle balonlara ulaştığında bir müddet onları seyretti ve dallara dolanan ipi çözerek baloncuya sarkıttı.
Ancak balonlardan birisi iyice sıkıştığından diğerlerinden ayrılmış ve ağaçta kalmıştı. Çocuk onu kurtarmaya kalkışsa, dikenlerden patlayacağını çok iyi biliyordu. İster istemez balonu yerinde bırakıp aşağıya indi ve adama dönerek: -Birini bana verecektiniz, dedi. Hangisi o? Adam elini tersiyle burnunu sildikten sonra:
-Seninki ağaçta kaldı evlat, dedi. İstersen çık al. Çocuk bu sefer ayakta bile duramadı. Kaldırım kenarına oturup baloncunun uzaklaşmasını bekledikten sonra, dallar arasında parlayan balona uzun uzun bakarak:
"Olsun", diye mırıldandı. "Olsun." Ağacın üzerinde kalsa da, bir balonum var ya artık..

1 Nisan 2007 Pazar

GAZEL
Cihanı hiçe satmaktır adı aşk

Döküp varlığı gitmektir adı aşk

Elindeki şekeri sevgiliye sunup
Zehri kendi yutmaktır adı aşk

Bela yağmur gibi gökten yağarsa
Başını ona tutmaktır adı aşk

Bu alem sanki ateşten bir denizdir
Ona kendini atmaktır adı aşk

Var Eşrefoğlu Rumi bil hakikat
Vücudu fani etmektir adı aşk
(Eşrefoğlu Rumi)