30 Mayıs 2007 Çarşamba




Ecdadın(Atalarımızın) Vakıf Çağlayanı


Yardım, şefkat ve sevgi hissinin ebedileşmesi arzusundan doğan vakıf müesseselerimiz sayesinde toplumumuzun yıllarca huzur içinde varlığını devam ettirdiğini . . . Bu ecdad vakıfları arasında:

Kışın aç kalan kuşların beslenmesi,

Bayram günlerinde şehir ve kasabalarda top atılarak çocukların sevindirilmesi,

-Et fiyatlarının kış aylarında yükselmemesini sağlayacak tedbirlerin alınması,

-Hasta ve garip göçmen leyleklerin bakım ve tedavi edilmesi,

-Çalışan kadınlara sütanne bulunması,

-Hac yolunda parasız kalanlara para dağıtılması, -

-Cami ve türbe duvarlarındaki ot ve yosunların temizlenmesi,

-Hamalların sırtlarındaki yükleri, üzerine koyup dinlendikten sonra kimsenin yardımına muhtaç olmaksızın sırtlanabilmeleri için mola taşları dikilmesi,

- Yaz aylarında sıcaktan bunalanlar için gölgelik yapılması ve icab eden yerlere su küplerinin konulması...gibi insanı hayretler içinde bırakan çok enteresan vakıfların olduğunu. . .


Ecdadın Ticaret Ahlakı


Yabancı bir kumaş tacirinin Osmanlı ülkesine gelerek bir kumaş imalathanesinin mallarını beğenip hepsini almak istedikten sonra, mal sahibinin kumaş toplarını denklerken bir top kumaşı ayırdığını görüp bu hareketinin sebebini sorması üzerine, Osmanlı esnafının "Onu sana veremem, kusurludur" cevabını verdiğini.


Yabancı tacirin "Ziyanı yok, önemli değil" demesine rağmen Osmanlı esnafının o kumaş topunu vermemekte direterek: Benim malımın kusurlu olduğunu söyledim biliyorsunuz. Fakat Siz onu kendi memleketinizde satarken, alıcılarınız orada benim bunları bize söylemiş olduğumu bilmeyeceklerdir. Böylece de müşterilerinize kusurlu mal satmış olacağım.Neticede Osmanlı'nın gururu şeref ve haysiyeti rencide olacak, bizi de hilekar sanacaklardır. Onun için bu sakat topu asla size veremem" diyerek kumaşı vermeyişinin sebebini izah ettiğini... Biliyor muydunuz?

29 Mayıs 2007 Salı

AH ŞU İNSANLAR


*Arizonalı bir adam kelepçelerle oynarken kendini kelepçeledi ve anahtarı bulamadı... Kendisini kurtarmak için çilingir çağırmak yerine polisi arayınca başı belaya girdi... Onu kelepçeden kurtaran polisler, ödenmemiş bir kefalet borcu bulunduğunu belirleyince onu yeniden kelepçelediler...

*Gillette şirketi 1902 yılında güvenli jilet satmaya basladığında yüzlerce erkek satın aldı... Sonra da bu jiletlerin sakallarını kesmediğini söyleyerek onları çöpe attılar... Gillette yetkilileri, mutsuz müşterilerin tıraş olmadan önce jiletin sarıldığı kağıdı çıkarmadıklarını fark ettiler...

* Chevrolet, yeni model arabası için "Nova" ismini buldu ama sonra arabayı Latin Amerika'da satamayacakları anlaşıldı... Çünkü "Nova", Ispanyolca'da "gitmez" anlamına geliyordu...

* 1932 yılında Los Angeles olimpiyatlarında Fransız atlet Jules Noel'in disk atmada kırdığı olimpiyat rekoru sayılmadı...Çünkü atışı izlemesi gereken bütün hakemler, sırıkla yüksek atlama yarışmasını izlemek için arkalarını dönmüşlerdi...

* 1985'de New Orleans'lı cankurtaranlar o yıl şehrin havuzlarında kimsenin boğulmamasını kutlamak için bir parti verdiler. Partide konuklardan biri boğuldu.

* 1975'de İngiliz bir çift televizyonda en sevdikleri programı izlerken, erkek yarım saat süren bir gülme krizi sonucu kalp krizi geçirerek öldü... Eşi, cenazeden sonra proğramın yapımcılarına bir mektup yazarak, kocasını hayatının son dakikalarında bu kadar mutlu ettikleri için teşekkür etti.

26 Mayıs 2007 Cumartesi


UNUTUR MUYUM?
Yollar unutsa izleri,
Ben seni unutur muyum?
Akarsular denizleri;
Ben seni unutur muyum?

Unutsa gündüz geceyi,
Saz nağmeyi, söz heceyi,
Geçmiş zaman geleceği;
Ben seni unutur muyum?

Çocuk bıraksa oyunu,
Çoban kavalı, koyunu
Çöller unutsa Mecnun’u;
Ben seni unutur muyum?

Gözler bıraksa uykuyu,
Beyni terk etse beş duyu,
Yusuf’u unutsa kuyu;
Ben seni unutur muyum?

Gönül bıraksa sevmeyi,
Akıl ilmi, düşünceyi,
Her şey unutsa her şeyi…
Ben seni unutur muyum?
Lâtif MAHMAT

24 Mayıs 2007 Perşembe

BİRAZ GÜLELİM


DOKTOR BENİM

Şoför çarptığı yayayı teselli eder :

-Şansınız varmış, size çarptığım yer tam doktorun karşısı.

Yerdeki inleyerek cevaplar :

-İşte o doktor benim.

BOŞANMIŞ BARBIE

Adam kızına Barbie almak ister ve bir oyuncakçıya girer.

- "Vitrindeki Barbie bebek kaç para ?" diye sorar.

Satıcı- "Hangisi beyim ?" ve devam eder:- "Barbie spora gidiyor 19.95 TL, Barbie alışverişte 19.95 TL, Barbie diskoda 19.95 TL, Barbie plajda 19.95 TL, Barbie boşandı 265 TL."

Adam şaşırır.- "Neden hepsi 19.95 de, boşanmış olan 265 TL ?"

Satıcı cevaplar:- "Çok basit boşanmış Barbie ile birlikte; Ken'in evini, arabasını, mobilyalarını da alıyorsunuz."

ELEKTRiK SÜPÜRGESİ

Elektrik süpürgesi satıcısı, bir apartman dairesinin kapısını çalmış, kapıyı açan bayana

- "Hanımefendi, bu elimde görmüş olduğunuz kovanın içinde at pisliği var!" demiş ve bu bir kova pisliği evin içine doğru savurarak döküvermiş.Sonra da- "Hanımefendi, elimdeki elektrik süpürgesi ile 10 dakika içinde bunu temizleyemezsem, bu pisliği yiyeceğim..!"

Kadın satıcıya şöyle bir bakmış:

- "Beyefendi, üstüne domates sosu da ister misiniz?Elektrikler kesik de ....! "

21 Mayıs 2007 Pazartesi

KAZ YOLMA OPERASYONU




Çok soğuk bir kış günü padişah, kıyafet değiştirip gezmeye karar verir. Yanına baş vezirini de alarak yola çıkar. Az sonra bir derenin kenarına varırlar. Dere kenarında kan ter içinde çalışan bir ihtiyar görürüler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek temizlemektedir.Kıyafet değiştiren Padişah ihtiyari selamlar.
-" Selamün aleyküm ey piri fani."
-" Aleykümselam ey Serdar-ı Cihan".
Padişah sorar:-" Altılarda ne yaptın ?"
-"Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor sultanım." diye cevap verir yaşlı adam. Padişah gene sorar:
-" Geceleri de mi kalkmadın ?"
-" Kalktık kalkmasına amma, ellere yaradı." der ihtiyar.Padişah bu cevaba güler.
-" Peki bir kaz göndersem yolar mısın ?"
-" Elbette sultanım. Hem de hiç ciyaklatmadan."
Padişahla baş vezir adamın yanından ayrılıp yola koyulurlar. Sultan vezirine döner.
-" Ne konuştuğumuzu anladın mı Vezir?" diye sorar.-" Hayır padişahım" şeklinde cevap alınca Padişah sinirlenir.
-" Bak vezir bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan tiz kelleni alırım." der.Korkuya kapılan baş vezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra kafadan olma telaşıyla dere kenarına koşar. İhtiyar adamı hala orada çalışıyor görünce derince bir oh çeker. Nefes nefese vezir.
-" Ne konuştunuz siz padişahla" diye sorar. Hem merak hem de telaşla. Adam, baş veziri şöyle bir süzer.-" Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim." der sonra da. Vezir eli mahkum yüz altını verir.
"Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Oysa ki kıyafetini değiştirmiş idi. Nereden anladın padişah olduğunu."
-" Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi" diye cevaplar soruyu keseyi keyifle kuşağına yerleştirirken. Vezir şaşkın bir halde bu kez de:
-" Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor da ne demek." diye sorar. Adam ikinci keseye uzatırken elini:
-" Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sormuştu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz" dedim.Vezir bir soru daha sordu yüzlüğü peşin peşin uzatırken ihtiyara.
-" Geceleri kalkmadın mı ne demek oluyor pekala?"-" Çocukların yok mu?" diye sordu. Var, ama evlatlarımın hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, diye cevapladım."Bu gizemli konuşma sırasında hayretten hayrete düşen vezir son bir soru sormaya yeltenir;
-"Her şeyi anladım da 'kaz gönderirsem yolar mısın?' dedi ya Padişah, o kaldı aklımda. "Peki onun anlamı neydi, çok merak ettim?" der.İhtiyar muzip muzip güler.
-"Onu da sen bul..."

18 Mayıs 2007 Cuma

HAYATIN ANLAMI


Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı. Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş. Ama aldığı cevaplarda ona yetmemiş.Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş. Dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş.Köy, kasaba, ülke dolaşmış. Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona “Şu karşıdaki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yasar! İstersen ona git. Belki o sana aradığın cevabı verebilir." demişler.

Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş. Bilge, “Sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor” demiş.Adam kabul etmiş. Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içini de zeytinyağı ile doldurmuş. “Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel. Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin, eğer bir damla eksilirse kaybedersin...”Adam, gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş.

Bilge bakmış, “Evet” demiş “Kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı ?”Adam şaşkın. “Ama” demiş, “Ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki...” “Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel” demiş bilge.Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler büyülenmiş. Çünkü muhteşem bir bahçedeymiş.Geri geldiğinde bilge, adama “Bahçe nasıldı ?” diye sormuş. Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış. Bilge gülümsemiş, ama kaşıkta hiç yağ kalmamış demiş ve eklemiş :
"Hayat senin bakışınla anlam kazanır ya sadece bir noktayı görürsün hayatın akıp gider sen farkına varmazsın. Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır... "

"Hayatının anlamı senin bakışlarında gizlidir"

15 Mayıs 2007 Salı

ANTİKACI


Genç adam, antika merakı sebebiyle Anadolu’nun en ücra köşelerini dolaşıyor ve gözüne kestirdiği malları yok pahasına satın alarak yolunu buluyordu. Kış kıyamet demeden sürdürdüğü seyahatler sırasında başına gelmeyen kalmamış gibiydi. Fakat bu seferki hepsinden farklı görünüyordu. Yolları kapatan kar yüzünden arabasını terk etmiş ve yoğun tipi altında donmak üzereyken, bir ihtiyar tarafından bulunup onun kulübesine davet edilmişti. Yaşlı adam, antikacının yürümesine yardım ederken:
“Günlerdir hasta olduğumdan, odun kesmek için ilk defa dışarıya çıktım” dedi. “Meğer seni bulmak için iyileşmişim.”Diz boyuna varan karla boğuşup kulübeye geldiklerinde, antikacının beyaz göre göre donuklaşan gözleri faltaşı gibi açıldı. Odanın orta yerindeki kuzinenin etrafını saran iki-üç iskemle, onun şimdiye kadar gördüğü en güzel antikalar olmalıydı. Saatlerdir kar içinde kalan vücudu bir anda ısınmış, buzları bir türlü çözülmeyen patlıcan moru suratını ateşler kaplamıştı. Yaşlı adam, misafirini yatırmak için acele ediyordu. Ona birkaç lokma ikram edip sedirdeki yatağını hazırlarken:“Bugün soba yakamadım evladım” dedi. “Ama bu yorganlar seni ısıtacaktır.”
Ev sahibi, yıllar önce vefat eden eşiyle paylaştıkları odaya geçerken, antikacı da tiftikten örülen battaniyelerin arasına gömüldü. Ancak bütün yorgunluğuna rağmen bir türlü uyuyamıyordu. Ertesi gün gitmeden önce ne yapıp yapıp o iskemleleri almalı, bunun için de iyi bir senaryo uydurmalıydı. Mesela, hayatını kurtarmasına karşılık ihtiyara birkaç koltuk satın alabilir ve eskimiş olduğu bahanesiyle dışarıya çıkarttığı iskemleleri çaktırmadan minibüsün arkasına atabilirdi. Hatta onları kaptığı gibi kaçmak bile mümkündü. Yürümeye dahi mecali olmayan ihtiyar, sanki onun peşinden koşacak mıydı?Genç adam, kafasındaki fikirleri olgunlaştırmaya çalışırken dalıp dalıp gidiyor ve rüzgarın sesiyle uyandığı zamanlar, kaldığı yerden devam ediyordu.
Bu arada yaşlı adamın sabah namazına kalktığını fark etmiş, hatta hayal-meyal olsa bile odun parçaladığını duymuştu. Gözlerini açtığında, onun kuzine üzerinde çorba pişirdiğini gördü. Yattığı yerden, başına gelenleri düşünürken, iskemleleri hatırladı. Hafifçe doğrulup çevresine baktı: Aman Allah’ım…! Antikalardan hiçbiri ortada yoktu.İhtiyar kurt, akşamki planı hissetmiş ve belki de uykudaki konuşmasını duyarak onları emir bir yere kaldırmıştı.
Sakin görünmeye çalışarak:“İliğim kemiğim ısınmış” dedi. “Çorbanız da güzel koktu doğrusu. Ama akşamki iskemleleri göremiyorum.”Yaşlı adam, odanın köşesine yığdığı iskemle parçalarından birini daha sobaya atarken:
“İskemle dediğin dünya malı be evladım” dedi, “Biz misafirimizi üşütür müyüz?”

14 Mayıs 2007 Pazartesi

ÇATLAK KOVA

ÇATLAK KOVA
Memleketin birinde, bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilirmiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş.
"Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum."
"Neden?..." diye sormuş sucu. "Niye utanç duyuyorsun?..." Kova cevap vermiş.
"Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için tasıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolay isen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun." Sucu söyle demiş.

"Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum."Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş. Sucu kovaya sormuş. "Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi? Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı."

Hepimizin kendimize özgü kusurları vardır. Hepimiz aslında çatlak kovalarız. Allah’ın büyük planında hiçbir şey ziyan edilmez. Kusurlarınızdan korkmayın. Onları sahiplenin. Kusurlarınızda gerçek gücünüzü bulduğunuzu bilirseniz eğer, siz de güzelliklere sebep olabilirsiniz.

11 Mayıs 2007 Cuma

ANNELERİMİZ




1 yaşınızdayken sizi elleriyle besledi ve yıkadı.Bütün gece ağlayıp onu uyutmayarak teşekkür etiniz.
3 yaşınızdayken size özenle yemekler hazırladı .Tabağınızı masanın altına dökerek teşekkür ettiniz.
4 yaşınızdayken elinize rengarenk kalemler tutuşturdu. Evin bütün duvarlarına resim yaparak teşekkür ettiniz .
6 yaşınızdayken okula kadar sizinle yürüdü. Sokaklarda "GITMIYCEEEEEEEM"diye ağlayarak teşekkür ettiniz.
7 yaşınızdayken size bir top hediye etti. Komşunun camini kırarak teşekkür ettiniz.
11 yaşınızdayken sizi arkadaşınızla sinemaya götürdü. "Sen bizimle oturma" diyerek teşekkür ettiniz.
12 yaşınızdayken zararlı TV programlarını seyretmenizi istemedi. O evde değilken hepsini izleyerek teşekkür ettiniz.
21 yaşınızdayken iş hayati ve kariyerinizle ilgili size fikir vermek istedi. "Ben senin gibi olmuyacağım" diyerek teşekkür ettiniz.
25 yaşınızdayken düğün masraflarınızı karşıladı, sizin için hem mutlu oldu hem çok duygulandı. Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz.
30 yaşınızdayken bebek bakimi hakkında size akil vermek istedi. "Artık bu ilkel yöntemleri bırak."diyerek teşekkür ettiniz.
50 yaşınızdayken o çok hastalandı, hafta sonunda onu görmeye gittiğinizde mutlu oldu. Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek ve ona huzur evi arayarak teşekkür ettiniz.
Derken bir gün............ O ÖLDÜ
O güne kadar onun için yapmadığınız ne varsa, o anda kalbinize bir yıldırım gibi düştü....
EĞER HALA SİZİNLEYSE, ŞİMDİ ONU HER ZAMANKİNDEN DAHA COK SEVİN
VE ONU HİÇ İNCİTMEYİN.

9 Mayıs 2007 Çarşamba

ANNELER GÜNÜ


ANNEME

Anne girdin düşüme.

Yorganın olsun duam;

Mezarında üşüme.


Anlamam, anlatamam.

Düşen düştü peşime,

Artık vadeler tamam... N. F. KISAKÜREK

ANNELER GÜNÜ


ANNECİĞİM
Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim!

Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Gecenin ardında yine gece var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!

Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış, çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim!... N. F. KISAKÜREK

7 Mayıs 2007 Pazartesi

TARİF


Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa:"Buraların yabancısıyım." demiş. "Parkın hemen yanıbaşındaki fırını arıyorum. Çok yakın olduğunu söylediler."
Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:"Ben de buraya ilk defa geliyorum." demiş, "Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde."Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez."Çocuk:"Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duyuyor musunuz?" diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.""İyi ama" demiş adam, "Bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malum?""Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez." diye atılmış çocuk, "Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız."
Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kağıt para çıkartıp teşekkür ederken fark etmiş onun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini fark ettiğini.Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:"Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim." demiş, "Görmeyi o kadar çok özledim ki ! Sizinkiler sağlam öyle değil mi?"
Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:"Artık emin değilim" demiş, "Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür."

2 Mayıs 2007 Çarşamba

ÇEVREMİZ


Bir büro elemanının yılda 81 kilo yüksek vasıflı kağıdı çöpe attığını, BİLİYOR MUSUNUZ?

İnsanların birbirine gönderdiği kağıtların %44'ünün okunmadığını ve bir insanın ömrünün 8 ayını gereksiz yazışma zarflarını açarak geçirdiğini...

Bir kağıdın 5 kez yeniden kullanılabileceğini...
70 kilo atık kağıdın bir ağaç kurtardığını, BİLİYOR MUSUNUZ?

Atık kağıdın ağaç yerine kullanılmasıyla; %25-70 Enerji Tasarrufu, %60 Hava Kirliliğinde Azalma, %40 Su Kirliliğinde Azalma vs. sağladığını...
Bir büyük kayın ağacının 72 kişinin günlük oksijen ihtiyacını karşıladığını...

Bir cam şişenin doğada 4000 yıl, plastiğin 1000 yıl, bir teneke kutunun 10-100 yıl, sigara filtresinin 2 yıl süreyle yok olmadığını...

BİLİYOR MUSUNUZ???

İSRAF ETMEMEK, KAZANMAKTIR.UNUTMAYIN, DÜNYA EMANETİNE SAHİP ÇIKALIM...


1 Mayıs 2007 Salı

Kişilik Dersi


Sınıf, öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert görünümlü hoca kapıda beliriyor. İçeriye kızgın bir bakış atıp kürsüye geçiyor. Tebeşirle tahtaya kocaman bir(1) rakamı çiziyor. ‘’Bakın’’ diyor."Bu kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey…" Sonra (1)’in yanına bir (0) koyuyor:"Bu başarıdır. Başarılı bir kişilik (1)’i (10) yapar." Bir (0) daha… "Bu tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz."
Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor: Yetenek… disiplin… sevgi. Eklenen her yeni (0)’ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor hoca… Sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1)’i siliyor. Geriye bir sürü
sıfır kalıyor ve hoca yorumu patlatıyor: ‘’Kişilik yoksa, öbürleri hiçtir.’’