24 Nisan 2013 Çarşamba

VAKTİ BOŞA HARCAMAK,

BAŞARININ KATİLİ.

O SONSUZ TATİL İÇİN,

GEL TATİL ET TATİLİ.

20 Aralık 2012 Perşembe

YÜKSEK ÖKÇELER-ÖMER SEYFETTİN

Hatice Hanım, pek genç dul kalmış zengin bir hanımcağızdı. On üç yaşında iken altmış yaşında bir kocaya vardığı için "izdivaç" denen şeyden nefret etmişti. İşte hemen hemen on sene vardı ki, erkeğin hayali zihnine, romatizma, balgam, pamuk, vandoz, tentürdiyot yığınlarından yapılmış pis, abus[1], lanet bir heyulâ şeklinde gelirdi.
"Gençler başkadır!" diyenlere:
— Aman, aman! Onlar da bir gün olup ihtiyarlamazlar mı? Sonra dertlerini kim çeker?
Diye haykırırdı.
Başlıca merakı temizlik ve namusluluktu. Göztepe'deki köşkünü, hizmetçi Eleni ve evlatlığı Gülter'le her sabah beraber temizler, aşçısı Mehmet'i her gün tıraş ettirir, zavallı Bolulu oğlanı tepeden tırnağa kadar beyazlar giymeye mecbur ederdi. Eleni de, Gülter de son derece namusluydu. Kileri kitlemezdi, paraları meydanda dururdu. Hele Mehmet'in namusuna diyecek yoktu. Konuşurken gözlerini kaldırıp insanın yüzüne bile bakamazdı. Hatice Hanım, köşkten hiçbir yere çıkmadığı için işi gücü adamlarını teftişti. Habire odaları dolaşır, tavan arasına çıkar, mutfağa inerdi. Derdi ki:
— Benim gibi olun! Ben kimse ile görüşüyor muyum? Sakın siz de komşuların hizmetçileriyle, uşaklarıyla konuşmayın. El, insanı azdırır!
Mehmet bile bu nasihati noktası noktasına tutmuştu. Arka bahçedeki mutfağına değil misafir, hemşeri filan, hatta yabancı bir kedi bile girmiyordu. Hatice Hanım, belki günde on defa iner, onu yapayalnız tenceresinin başında bulurdu. Hatice Hanım'ın temizlik, namus merakından başka bir de yüksek ökçe merakı vardı. Güzeldi, tombuldu, cıvıl cıvıl bir şeydi. Fakat boyu çok kısa olduğu için evin içinde de bir karışa yakın ökçeli iskarpinler giyerdi. Âdeta bir cambaza dönmüştü.
Bu yüksek ökçelerle merdivenleri takır takır bir hamlede iner, ayağı burkulmadan bir aşağı, bir yukarı koşar dururdu. Nihayet bir baş dönmesi geldi. Çağırdığı doktor ilaç filan vermedi:
— Bütün rahatsızlığınıza sebep bu ökçelerdir, hanımefendi dedi, onları çıkarın. Rahat, yünden, yumuşak bir terlik giyin. Hiçbir şeyiniz kalmaz.
Hatice Hanım, doktorun tavsiye ettiği bu yünden terlikleri aldırdı. Hakikaten rahattı. İki gün içinde başının dönmesi filan geçti. Dizlerinde, baldırlarında sızı kalmadı. Fakat böyle, tam vücudu rahat ettiği sırada, ruhu derin bir azap duydu. Dokuz senelik adamlarının iki gün içinde birdenbire ahlakları bozulmuştu. Eleni'yi kendi diş fırçasıyla dişini fırçalarken, Gülter'i kilerde reçel kavanozunu boşaltırken görmüştü. Mehmet'i et günü olmadığı halde bol bir sahan külbastıyı yerken yakaladı.
— Ne oldu bunlara Yarabbim? Bunlara ne oldu?
Diyordu. Bir hafta içinde adamlarının on beşten fazla hırsızlığını, yolsuzluğunu tuttu. Hele Mehmet'i, komşu paşanın neferleriyle koca bir lenger pirinç pilavını atıştırırken görünce, hiddetinden ne yapacağını şaşırdı. O gün her tarafı kilit kürek altına aldı.
—Bakalım şimdi ne çalacaklar?
Dedi. Hakikaten çalınacak hiçbir şey kalmamıştı. Ertesi gün biraz geç kalktı. Aşağıya indi. Gülter'le Eleni meydanda yoktu. Yürüdü, mutfağa doğru gitti. Gözleri aralık kapıya ilişince, az daha nefesi duracaktı. Mehmet, ocağın başındaki kısa iskemleye çökmüş, bir dizine Eleni'yi, bir dizine Gülter'i oturtmuş, kalın kollarını ikisinin bellerine halattan bir kemer gibi sarmıştı. Hatice Hanım, bu levhanın rezaletini görmemek için hemen gözlerini kapadı. Fakat kulaklarının kapağı olmadığı için, konuştuklarını duymamazlık edemedi.
Mehmet diyor ki:
— Ülen Gülter, artık sen şeker filan getirmeyon?
Gülter:
— Her taraf kitli, ne yapayım?
Diyordu. Mehmet, tuhaf bir şapırtı içinde Eleni'ye de:
— Ülen gece niçin gelmiyon? Sana helva yapıp saklayon!
Sualini soruyor, Eleni:
— Yakalanazağiz vire! Sonra hanım bizi kovazak diye çırpınıyordu.
Aralarında çıtır pıtır bir hasbihal başladı. Hatice Hanım, gözünü açmıyor, yüreği çarparak merakla dinliyordu. Gülter:
— Ah o terlikler! dedi, her işimizi bozdu. Hanımın geldiği hiç duyulmuyor. Ne yapsak yakalanıyoruz. Eskiden ne iyiydi. Yüksek ökçelerin takırtısından evin en üst katında kımıldadığını duyardık.
Hasbihal uzadıkça, kendi göremediği başka rezaletlerin mufassal[2] hikâyelerini işitiyordu. Dayanamadı. Gözlerini açtı:
— Sizi alçak, hırsız, namussuzlar! Defolun şimdi evimden!
Diye haykırdı. Bu dokuz senelik sadık hizmetçilerini hemen kapı dışarı etti.
Aşçı, işçi, artık eve ne kadar adam aldıysa, hepsi arsız, hırsız, yüzsüz, namussuz çıkıyordu. Tam iki sene bir adamakıllısına rastgelmedi. Malı mülkü varken, hiçbir sıkıntısı yokken, bu hizmetçi üzüntüsünden zayıflıyor, sararıp soluyordu. Baktı olmayacak! Yine yüksek ökçeli iskarpinlerini giydi. Hizmetçilerinin hırsızlıklarını, uğursuzluklarını, namussuzluklarını göremez oldu.
Benzine kan geldi. Vâkıâ yine, başı dönmeye başladı. Fakat sesi işitilmeyen ökçesiz terlik giydireceğini düşünerek doktora kendini göstermiyor:
— Hiç olmazsa şimdi yüreğim rahat ya, diyordu.
 Dipnotlar1.↑ somurtkan
2.↑ ayrıntılı


18 Ocak 2012 Çarşamba

KARİKATÜR

BU KARİKATÜR HAKKINDA LÜTFEN AİLENİZLE SADECE 5 DAKİKA TARTIŞIN.

20 Mart 2010 Cumartesi

HAZIR CEVAPLAR


Dilencinin zekasına Fatih’ in Cevabı
Fatih, her fırsatta fakir ve yoksullara yardımda bulunurdu. Dervişlerin ve muhtaç kişilerin gönlünü almayı görev bilirdi. Fakat padişahın bu tavrını bilen ve açıkgöz geçinen nicesi de onun bu özelliğinden yararlanma yoluna giderdi.
Birgün, avlanmak amacıyla İstanbul dışına çıkan fatihin karşısına birdenbire üstü başı perişan, kıvrak zekalı bir dilenci çıkıp yardım istemişti. Fatih de onu bir altınla savuşturmak istemişti. Ancak bu defa sert kayaya çarpmıştı. Zira bir altını beğenmeyip yüzünü buruşturan dilenci Fatih’ e "sultanım bu ne biçim kardeşlik ?insan kardeşine sadece bir tane altını mı layık görür?" deyince Fatih: " Nerden kardeş oluyoruz?" diye şaka yollu dilenciye takıldı. Dilenci de : " Hünkarım, ikimizde Adem peygamberin soyundan gelmiyor muyuz?" dedi. Bunun üzerine Fatih’ in zekası dilencinin zekasını bastırdı. Zira Fatih :
"Aldığın bir altını sakın az görme. Çünkü o kadar çok kardeşin var ki, eğer onlar duyarlarsa senin hissene bir altın da düşmez." deyiverdi.
Lakin dilencinin zekası da hoşuna gittiği için: " Hadi bakalım, al şu bir kese altını da diğer kardeşlerine görünme." Diyerek bir kese altın vermiştir.
***********************
Abdülhak Hamit’in otomobili ile Beyoğlu tarafına geçen bir dostu anlatıyor:
"Biz direksiyonda Hamit olduğu halde Abdülhak Hamit caddesinden geçiyorduk. Baktım, Üstad hem iç çekiyor, hem gülüyordu. Sebebini sorunca bana dedi ki:
"İstanbul Belediyesi, benim ismimi bu caddeye vereceğine, bu caddenin bir apartmanını bana verseydi daha çok iyilik ederdi."
**********************
HANGİ DİŞLER
Öğretmen, biyoloji dersinde, öğrencisine;
’’Söyle bakalım, en son hangi dişler çıkar?’’
Çocuk, düşünmeden cevap vermiş;
’’Takma dişler öğretmenim.’’

*********************
SON SINAVLAR
Sınavlara hazırlanan evim küçük oğlu, köşedeki kanepede Kur’an okuyan büyükbabasına seslendi;
’’Büyükbaba, her gün akşam neden Kur’an okuyorsun?’’
Büyükbaba gözlüklerinin üzerinden gülümseyerek torununa baktı;
’’Evladım, son sınavlara hazırlanıyorum da ondan…’’
**********************
"Roman Eleştirisi"
Tanıdıklarından biri, yazdığı romanın müsveddeleri Neyzen Tevfik’e göstererek fikrini sorar:
Neyzen beğenmediğini ifade edince, adam:
"İyi ama der. Siz hiç roman yazmadınız ki!"
Neyzen Tevfik şu cevabı verir:
"Ben yumurtanın tazesini bayatını iyi anlarım. Ama bu güne kadar hiç yumurtlamadım."

*********************
KAZA
Yolculardan biri namaz vakti geçmeden otobüs şoförüne birkaç dakika mola vermesini rica etmiş. Şoför:
’’Kaza edersiniz efendim.’’ diyerek durmak istemeyince adam şöyle cevap vermiş: ’’Ben kaza etmeden ya sen kaza edersen?’’

23 Ocak 2010 Cumartesi

ANEKDOTLAR

1. Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: - `Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem` der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: - `Ben çekilirim.`
2. Bir toplantıda, bir genç Mehmet Akif` i küçük düşürmek ister: - `Afedersiniz, siz veteriner misiniz?` Mehmet Akif hiç istifini bozmadan şöyle yanıtlamış: - `Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?`
3. Sokrates ve eşi bir türlü iyi geçinemezlermiş. Bir gün eşi Sokrates`e verip veriştirmiş, ağzına geleni söylemiş. Bakmış kocası hiç bir tepki göstermiyor; bir kova suyu alıp başından aşağı boşaltmış. Sokrat, gayet sakin: - `Bu kadar gök gürültüsünden sonra bir sağanak zaten bekliyordum` demiş.
4. Bernard Shaw ile Churchill hiç geçinemez ve sık sık birbirlerini iğnelermiş. Bernard Shaw, bir oyununun ilk gecesine, Churchill`i davet etmiş ve davetiyeye de bir pusula iliştirmiş: - `Size iki kişilik davetiye gönderiyorum. Bir dostunuzu alıp gelebilirsiniz. Tabii dostunuz varsa.` Churchill, hemen cevap göndermiş: - `Maalesef o gece başka bir yere söz verdiğim için oyununuzu seyretmeye gelemeyeceğim. İkinci gece gelebilirim, tabii oyununuz ikinci gece de oynarsa.
5. Bir gün Eflatun, öğrencilerinden birini kumar oynarken yakalamış ve şiddetle azarlamış. Talebesi: - `İyi ama ben çok az bir paraya oynuyordum` diye itiraz edecek olunca Eflatun cevap vermiş: - `Ben seni kaybettiğin para için değil, kaybettiğin zaman için azarlıyorum.`
6. Meşhur bir filozofa: - `Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz?` diye sorulduğunda: - `Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan` demiş.
7. Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile` ye hasımlarından biri: - `Efendim` demiş, `Kulaklarınız, bir insan için biraz büyük degil mi?` Galile: - `Doğru` demiş, `Benim kulaklarım bir insan için biraz büyük ama, seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mı?`
8. Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona: - `Sen sır saklamayı bilir misin?` diye sormuş. Vezir: - `Evet hünkarım, bilirim` dediğinde, Yavuz cevabı yapıştırmış: - `İyi, ben de bilirim.`

16 Haziran 2009 Salı

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?


•Yemeğe tuz ile başlanırsa beyin tarafından gönderilen bir uyarı sayesinde, midede mukus denilen sindirimi kolaylaştırıcı bir tabaka oluşturduğunu ve midenin sindirime hazırlıksız yakalanmasını önlediğini…
• Yemek yerken yerde oturarak sol ayağı katlayıp sağ ayağı karna çekerek oturulup yenildiğinde, su ile doldurulmuş balon şeklinde olan midenin çıkış kısmını kapatarak yenilen gıdanın tam sindirilmeden bağırsaklara kaçmasını önleyeceğini ve mide dolunca da doygunluk hissi vererek çok fazla yemeden kalkılacağını…
• Yemek yerken yemeğin ortasında su içildiğinde içilen suyun yenilen gıdaların sindirilmesine, gerekli vitaminlerin emilmesine katkıda bulunduğunu ve midede doygunluk hissi vererek az yemeye vesile olduğunu…
• Oturularak ve en az 3 yudumda içilen su, dil ve ağız bölgesinde daha fazla duraksadığından tükürük bezleri için gerekli olan suyun emilimini artırıp anti bakteriyel ve antioksidan etkiye sahip tükürüğün salgılanmasını artırarak ağız ve diş sağlığına katkıda bulunduğunu..
• Uyurken sağ yana dönüp yatıldığında solda olan kalbimizin daha rahat çalışmasına neden olarak, kalbi yormadan dinlenmiş bir vaziyette kalkılabileceğini…
• Tuvalete girerken sol ayakla ilk adım atıldığında kaygan olan zeminde ayağın kayması durumunda sola göre daha güçlü olan sağ ayağın düşmeyi engelleyerek vücudu dengelediğini..
• Banyo yaptıktan sonra ayaklara soğuk su dökmenin kan dolaşımını hızlandırıp sıcak sudan dolayı genleşmiş olan damarların içindeki kanın aktivasyonunu artırarak tansiyon düşüklüğünü önlediğini ve savunma mekanizmasını güçlendirdiğini…
BİLİYOR MUYDUNUZ ?

27 Mayıs 2009 Çarşamba

ADI AŞK
Cihanı hiçe satmaktır, adı AŞK.
Döküp varlığı gitmektir, adı AŞK.

Elindeki şekeri sevgiliye sunup,
Zehiri kendi yutmaktır, adı AŞK.

Belâ yağmur gibi gökten yağarsa,
Başını ona tutmaktır, adı AŞK.

Bu âlem sanki ateşten bir denizdir.
Ona kendini atmaktır, adı AŞK.

Var Eşrefoğlu Rûmi bil hakikat.
Vücudu fâni etmektir, adı AŞK. Eşrefoğlu Rumi

18 Şubat 2009 Çarşamba

DÖRT EŞ
Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten kralın 4 eşi varmış. Kral en çok dördüncü eşini severmiş, bir dediğini iki etmez, her şeyin en güzelini en iyisini ona verirmiş. Kral üçüncü eşini de çok severmiş. Bu güzelliğin bir gün kendisini terk edebileceğinden korktuğu için, onu çok kıskanır, üzerine titrermiş.
İkinci eşini de severmiş kral. Kendisine karşı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi, kralın ne zaman bir derdi olsa daima onun yanında bulunur sorunun çözümünde ona destek verirmiş. Kraliçe olan birinci eşiymiş kralın. Onu en çok seven, karşılık beklemeden seven, sağlığına ve hükümranlığına en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına rağmen, kral birinci eşini sevmezmiş ve onunla hiç ilgilenmezmiş.
Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış. Yakında öleceğini anladığı ve öldükten sonra yapayalnız kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisin ölüm yalnızlığını kendisi ile paylaşmak isteyebileceğini öğrenmek istemiş.
En çok sevdiği dördüncü eşine ölüm yolculuğunda kendine eşlik etmek ister mi diye sorduğunda aldığı yanıt kalbine bıçak gibi saplanan kısa ve net “mümkün değil" olmuş...
Hayatım boyunca seni sevdim. Sen benimle birlikte ölmeyi kabul eder misin sorusuna üçüncü eşi de "hayır, hayat çok güzel. Sen ölünce ben yeniden evleneceğim" diye yanıt vermiş. Kral bir kez daha yıkılmış.
Her sorunumda her zaman yanımda olan bana yardım eden sendin, bu sorunumda da bana yardımcı olur musun talebine karşı ikinci eşinden; "bu sorunun için hiç bir şey yapamam, olsa olsa sana mezarına kadar eşlik eder, güzel bir cenaze töreni yaptırır ve yasını tutarım" karşılığını almış.
Büyük bir hayal kırıklığı yaşamakta olan kral birinci eşinin sesi ile irkilmiş. "nereye gidersen git seninle olurum, seni takip ederim..." Ah diye inlemiş kral; "keşke bir şansım daha olsaydı..."
Yaşamda hepimiz dört eşliyiz aslında; Dördüncü eşimiz vücudumuz. Onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcayalım öldüğümüzde bizi terk edecektir.
Üçüncü eşimiz sahip olduğumuz servetimiz ve statümüzdür. Ölür ölmez başkalarına yar olacaktır. Tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son yapabilecekleri şey bu dünyadan gözleri yaşlı bizi uğurlamak olacaktır.
İkinci eş, ailemiz ve dostlarımızdır.
Birinci eş ise ruhumuzdur.Bizimle gelir.
Unutmayın; Yediklerimiz değil, hazmettiklerimiz bizi güçlü yapar.
Kazandıklarımız değil, biriktirdiklerimiz bizi zengin yapar.
Okuduklarımız değil, hatırladıklarımız bizi bilgili yapar.
Başkalarına verdiğimiz öğütler değil, bizzat uyguladıklarımız bizi insan yapar...

27 Aralık 2008 Cumartesi

NASİHATLER


Emanete ihanet etmeyin. Halinizden şikayet etmeyin.Büyüğünüze emretmeyin. Boş şeylerde ısrar etmeyin.Cahillerle sohbet etmeyin. Nefesinizi boşa tüketmeyin.İnsanları bekletmeyin. Etrafınızı kirletmeyin.Hayatınızı mahvetmeyin.
Kimseye minnet etmeyin.Kimseye küfretmeyin. Kötülüğe meyil etmeyin.Malınızı boşa sarf etmeyin. Sırrınızı açık etmeyin.Her şeyi merak etmeyin. Suçunuzu inkar etmeyinŞerefinizi kaybetmeyin.
İyiliğe niyet edin. Büyüklere hürmet edin.Sıkıntıya sabredin. Aza kanaat edin.Sözünüzde sebat edin. Bildiğinizle amel edin.Hatanızı kabul edin.Yaramaz ise def edin.Varken tasarruf edin.
Alimlerle sohbet edin.Nefsinizle inat edin. Sofranıza davet edin.Zararlıysa men edin. Seviyorsanız ifade edin.Kalpleri fethedin.
Misafire ikram edin.Muhtaca yardım edin. Bilseniz de istişare edin.Tehlikeye dikkat edin. Hakkı teslim edin.Unutacaksanız kaydedin. Esirgemeyin lütfedin.Gariplere merhamet edin. Kazanmaya gayret edin.
Çalışanı takdir edin. Başarıyı tebrik edin.Mazereti kabul edin. Her an tevekkül edin.Hastaları ziyaret edin. Çocuğunuzu terbiye edin.Herkese tebessüm edin. Güvenseniz de kontrol edin.İnanmayana ispat edin. Fakirleri gözetin.Hayır için sarf edin.ve lütfen BANA DA DUA EDİN....

4 Kasım 2008 Salı

GÜZEL SÖZLER


- Sevgi, ne kadar çok kişiye bölersek bölelim, azalmayan tek şeydir.

- Bir zorluğun üstesinden gelmenin sadece bir yolu vardır: onun üzerine gitmek.

- Keskin balta kemik kırar. Keskin kelime kalbi.

-Gülümseme Allah'ın nurunun yansımasıdır.

- Herkesin bir güzelliği vardır. Ama herkes onu göremez.

- Bütün insanlar aynı dilde gülümser.